RİZELİNİN BAŞARI ÖYKÜSÜ III / Dr. Cemalettin Kömürcü

Dr. Cemalettin Kömürcü
“İnsan hayalinin peşinden koşar ama ben çocukken şu anki hayatımı hayal dahi
edemezdim. Üniversitede kadro alamadım ama şimdi Ankara Bilim Üniversitesinde
Mütevelli Heyeti Başkanıyım. Çocukluğumda kimse bana hayal etmeyi öğretmedi. Öyle bir
hayal kapasitemiz yoktu. Çocukluğumun pişmanlığıdır. Ne eğitimde ne başka yerde… İnsan
gerçekleşmesini gördüğü hayallerin peşinde koşar. Keşke hayal kurmayı öğretseler çok
daha büyük işler yapardık. Ben kızıma bunu söylüyorum. Hayal etmekten korkma. Allah’tan
bir şey mi istiyorsun en büyüğünü iste. Hedeflerin tutmasa da hayallerin tutar. Benim
eğitim dönemlerimde ki hedeflerim hayal kırıklıklarıyla sonuçlandı. Bambaşka dünyaların
içinde buldum kendimi. O yüzden yaşadığınız kırılma anları, üzüntüler ya da travmalar sizi
yıldırmamalı.”
 Dr. Cemalettin KÖMÜRCÜ


“Bugünkü konumuma gelmemde ki en büyük etken doğup
büyüdüğüm köyümde yetişmektir.” diyen Cemalettin
Kömürcü Rize’nin yetiştirdiği önemli isimlerden bir tanesi
olmuştur. Amacı sürdürülebilir kalkınmayı bireysel ve
kurumsal düzeyde yaygınlaştıracak bilinç ve kültürü
geliştirmek; bu mânâda, ülkemiz ve dünyadaki gelişmeleri
yakından takip ederek; çevre, ekonomik hedefler ve insan
niteliği itibariyle yüksek verimlilik standart ve uygulamaları
belirlemekle mükellef bir sivil toplum örgütü olan Türkiye
Verimlilik Vakfı tarafından 21 Nisan 2016 tarihinde
kurulmuş olan Ankara Bilim Üniversitesinin Mütevelli Heyeti
Başkanıdır. Hala NetVizyon,NetSanat Ajansının başkanlığını
yürütmekte olup, Türkiye’ye çok önemli projeleri kazandıran
sanatsal faaliyetleri toplumla bir araya getiren hayal gücü
yüksek bir isim olmuştur. KÖMÜRCÜ reklam, sinema, sahne
sanatları ve müzikaller gibi çok geniş konularda sanatsal
faaliyetlerin yapımcısı olarak sektöründe üst sıralarda
yerini almıştır. ATO Congresium işletmesini de devam
ettirmekte olan KÖMÜRCÜ “Sıfır Atık” projesinin bir devlet
projesi olmasında imzası olan yenilikçi, girişimci ve Türkiye
Verimlilik Vakfı Yönetim Kurulu başkalığını yürüten iş ve
proje insanıdır. 

 

Sizi tanıyabilir miyiz?
Rize Çayeli Abdullah Hoca
köyünde dünyaya geldim. 10
çocuklu ailenin 10. Çocuğuyum. Anne ve babam vefat
etti. Kalabalık bir ailede büyüdüm. Kardeşlerim anne
babam ve babaannemle beraber on üç kişilik bir aileydik.
Dünyanın en mutlu çocuklarından bir tanesiyim diyebilirim. Dağınık yerleşimden
dolayı köyümüzdeki evin yakınlarında başka evde yoktu
ama biz kalabalık bir aile olduğumuz için yalnızlık durumunu
hiç yaşamadık. Bu durumun
gelecekte çok büyük avantajını da yaşadık. Ben çocuklukta
edinmiş olduğum izlenimlerin
hepsini geleceğimde katkı
olarak yaşadım.
Biz çocukluğumuzda yokluk yaşadık. Bunu söylerken tırnak içinde söylüyorum. Ben o zaman o yokluğu yaşadığımın farkında değilim. Benim mesela hiç oyuncağım yoktu ama bunun o yıllarda böyle bir şey olacağını bilmiyordum. Böyle bir
şeyin farkında değildik. Kendi oyuncağımızı kendimiz yapıyorduk. Tahtadan araba yapardık
mesela… Bizim oyuncağa ihtiyaç duymadığımız yıllardı. Dışarılardaydık. Arkadaşlarla yapacak çok şey olurdu. Ekonomik durumumuzun iyi olmamasına rağmen eksiklikleri anlamazdık
bile. Bir şeye ihtiyacımızın olduğunun farkında değildik.
Altı kız dört erkek kardeşiz. Erkeklerin hepsiyle iyi anlaşırdık ama bütün ablalarım bize
annelik yapardı. Yerleri bambaşkaydı. Annem sadece bize bakmazdı. Ahırda da beş tane
ineğimiz vardı. Rahmetli babam kahveye ya da çay ocağına giderdi ben yanında dururken
babama beni göstererek bundan kaç tane var diye soralardı. On tane evde beş tane de ahırda toplam on beş çocuğum var derdi. Hatta bazen ahırdakiler bizden daha kıymetliydi. Çünkü biz tüketiciydik. Onlar üreticiydi. Babamın bizi sarılıp öpüp sevme alışkanlığı yoktu. Ama
babamın kınalı diye ineğimizi nasıl sevip öptüğünü görürdük. İneklerimiz o kadar değerliydi.
Babama bayılıyordum onu çok severek büyüdüm.
İlkokuldan liseye kadar Çayeli’nde okudum. Liseyi İmam Hatip de tamamladım. Babam
merkez camiinin imamıydı. Medrese de yetişmiş bir hocaydı. Çocukluğumdan beri hem anneme hem babama da yakındım. Babamın sevgisini gözlerine bakınca görürdük onu hissettirirdi. Kucağına alıp sevmesine gerek kalmazdı. Onun sevgisini bize ettiği dualarda görürdüm.
Anne sevgisi başka tabii. Bunca çocuğa ve köy işlerine hakim bir anne profili vardı.
“Ailemiz çok kalabalıktık… Çocukluğumdan beri biz de aile ilişkileri çok kuvvetliydi. Kaynakların kıt olduğu yıllardı ama bu koşulları kendi içimizdeki paylaşırdık.
Bu paylaşımlar o günden bugüne gelen en büyük hayat dersleriydi. Bugün neye
sahipsem orada edindiğim unsurlardandır.”
Çayeli İmam Hatipte okurken orada aldığım dersler hocalarımızla olan diyaloglarımız hepsi çok şey katmıştır bana. Bir defa çok mutlu bir lise dönemi geçirdim. Lisede bando şefiydim.
Bayramlarda ki etkinlikler hala aklımdadır. Dağcılık faaliyetlerine de lise döneminde başlamıştım. İmam Hatip okuduğum için hitabet dersimiz vardı. Bizi camilere hutbe okutmaya gönderirlerdi. Notu da gönderdiği hoca verirdi. Benim de babam imam olduğu için beni babamın
camisine gönderirlerdi ama babam beni beğenmezdi. Düşük not verirdi rahmetli. Lisenin sonuna kadar başarılı bir öğrenciyken lise sonda 8 yıllık kesintisiz eğitimin çıkıp meslek lisesi
ve imam hatiplerin üniversite tercihlerinde ki puanların kesilmesi bizim hayatımızın dönüm
noktası olmuştur. İstediğimiz üniversiteyi, bölümü kazanma konusunda bu bizim baş belamız
olmuştu. Ben iyi bir öğrenci olmama rağmen istediğim üniversiteyi bu sebeple kazanamadım.
Bu hem olumlu hem de olumsuz oldu. Benim hayatımın dönüm noktasıdır. O günkü hayal kırıklığım beni siyasete yönlendirdi.
“Ben üniversiteye gittiğimde istediğim bölüme gidemedim. Siyaset Bilimi okumak istiyordum, olmadı. O politika bize inanılmaz moral bozukluğu yaşattı. O dönmede hükümetin böyle bir karar alması vatanı milletini seven bir delikanlı olarak o
hayal kırıklığı devlete bakış açımı değiştirdi. Devlet bizi üvey evlat olarak gördü,
öyle hissettik. Devlet bizim gözümüzde tüm eğitim yaşamımız boyunca Devlet
Anaydı. Devlet bize ne analık ne babalık yaptı. Bizimle uğraştı. Bu moral bozukluğuyla üniversiteye geldim.”

Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Sosyal
Bilimleri kazandım. Haz almadan okudum.
İstediğim bir bölüm değildi. Moral bozukluğu ve motivasyonsuzlukla ilerleyen bir
süreçti. Derslere girmezdim, devamsızlık
yapardım. Bu ortamda STK’lara girmeye
başladım. Üçüncü yılda öğrenci derneği
başkanı oldum. Başörtüsü eylemleri başta olmak üzere mescit kapatılmasın diye
de yemekhanede yemek ücretleri için de
eylem yapardık. Bütün eylemlerde vardım. Bir gün İlahiyat Fakültesinde başörtüsü eylemi vardı. Başörtülü arkadaşları
okula almıyorlardı. 2001-2002 yıllarıydı…
Biz şunu düşünürdük nasıl bir memlekette yaşıyoruz ki İlahiyat Fakültesi var imam
yetiştiriyor, hoca, din uzmanı, akademisyen yetiştiriyor ama başörtülüleri derse
almıyor. Buna isyan ediyoruz biz de. Eylemlerden sonra haftada bir mutlaka bizi
toplayıp götürürlerdi ama uzun tutmazlardı, salarlardı. Babam da bu eylemlere
katıldığımı bilirdi hepsini bilirdi. Sadece
nezarethane kısmını bilmezdi. Zaten rahmetli babam, kendisi de bu eylemleri desteklerdi. Babam kürsüden bunu eleştirirdi
ve babama da memur olduğu için uyarılar
gelirdi. Sıkıntılı süreçlerde yaşadım. Çok
defa nezarete atıldım, okuldan uzaklaştırıldım… Bunların dışında üniversitede çok gezerdim.
Sonra kendim gezi düzenlemeye başladım. Hem geziyordum hem para kazanıyordum. Bu
durum çok hoşuma gitmişti. Ben üniversitedeyken Türkiye’nin her yerini gezdim.
Üniversite tanıştığım Nebahat Hanımla evlendik ve on bir yıldır devam eden evliliğimizden şimdi dokuz yaşında olan kızım Elif Dilara oldu. ODTÜ kolejinde okuyor. Eşim de RTÜK’te
çalışıyor.
Üniversite eğitiminden sonra hayatınıza nasıl yön verdiniz?
“Hayat mesajları okuma sanatıdır sözü benim yaşadıklarımı anlatan bir aynadır
aslında. Çok istediğiniz ve bunun için uğraştığınız hayallerin gerçekleşmemesi sizin için bambaşka yolların olabileceğine işaret olabilir. Hayal kırıklıklarına rağmen
hayata yılmadan devam ettiğiniz müddetçe ummadığınız hikâyeler yaşamaya başlarsınız.”

 

Benim dönüm noktam lise sondu. İstediğim bölümü okuyamadım. Üniversite bitti ama
öğretmen olmak istemiyordum. Akademisyen olmak istiyordum. Bu defa başka sorunlar
ortaya çıktı. En yüksek puanları almama rağmen bana sen başvurma seni almayız dediler.
Politik tamamen. Ben yine uğraştım peşine düştüm. En yüksek puanı almama en yüksek not
ortalamasına sahip olmama ve yüzlerce kişi içinde birinci olmamam rağmen benim üniversite de kadromu vermediler. Aradan yıllar geçti o dönemin grupları değişti ve başka bir siyasi
görüş etkili yerlere geldi. Yine başvurdum yine aynı derecelere sahiptim ama yine olmadı.
Bu defa da başka bir siyasi grupla karşı karşıya kaldım. İkinci haksızlığa maruz kamıştım ve
ikinci kırılma anını yaşadım. Bu süreçte bir taraftan da dershanelerde öğretmenlik yapmaya
başlamıştım. Baktım akademisyenlik olmuyor İngiltere’ye gitmeye karar verdim. İçimizde bir
isyan vardı. Ben devlete karşı hiçbir suç işlemedim. Ama bu haksızlıkları yaşayınca tepkisiz
kalamıyorsunuz. Ben akademisyen olmak istiyorum bana bu hakkı vermiyorlar. Ben yurt dışında hem dil eğitimi hem araştırma çalışmalarında bulundum. Londra’daydım. Yaklaşık iki
yıl kaldım. Sonrasında Türkiye’den bana spor bakanlığından danışman olarak çalışmam için
davet geldi. Bakanlıkta danışman olarak çalışmaya başladım. Orada da karşımıza yine ayı siyasi gruplar çıktı. 2010 yılarıydı. O gruplara hiç birine hiçbir şekilde dahil olmadan Gençlik Spor
Bakanlığında iki yıl sekreter olarak çalıştım. Türkiye’de başka bir süreç başladı; Cumhurbaşkanımızın fetöyle mücadelesi… Biz de bunun içinde mücadeleye girdik. Ben o dönemde dershane raporu hazırladım. Bana böyle bir görev verilmişti. Bakan Yardımcısıyla çalışıyordum.
O çalışmanın temelinde şu vardı; Türkiye’deki dershanelerin Türkiye’nin başına bela olduğu
ortaya konulmuştu. O komisyonda bulundum ve o komisyonda başımıza iş açtı.
“Akademisyen olmak istedim bakanlıkta bürokrat olmak hayalimdi... Çocukluğumdan beri devlette bir vazife almak istedim. Koyduğum hiçbir hedefi gerçekleştiremedikten sonra bu sayfaları kapattım. Kötü komşu insanı mal sahibi yaptı ve
ticarete girdim. Ondan sonra ticari süreçlerim başladı.”
Babanızdan size kalan en büyük miras ne oldu?
“Medrese eğitimi almış bir imamın oğluydum. Kalabalık bir ailemiz vardı, ekonomik şartlar bugünkü gibi değildi. Neticede babam da bir devlet memuruydu.
Buna rağmen biz bir tarafa ihtiyaç sahibi olanlar bir tarafaydı. Babamın vicdan
duygusu çok yüksekti. Başını çevirip görmezden gelemezdi. Onun bu mücadelesini görerek büyüdük.”
Rahmetli babamın en çok benim hayatımda bıraktığı iz merhamet duygusu olmuştu. Çok
merhametli bir adamdı. Köyde babası olamayan çocuklar ve ihtiyaç sahibi akrabalarımız vardı. Babamın sürekli destek için koşturduğu 8-9 aile bunların içindeydi. Etrafında ne kadar ihtiyaç sahibi varsa gidip başkalarından para toplar onlara destek olurdu. Birisinden başkaları
için para istemek zor iştir. Bazen de derdim niye uğraşıyor. O zamanlar bunu tam anlamazdım.
Bunun ne demek olduğunu şimdi anlıyorum. Merhamet duygusu çok değerli bir duygu. Bu
merhamet sadece insana olan merhamet değil. Hayvanlara karşı olan merhamette bunun
içinde. Mesela evi bir gün karıncalar basmıştı ve onların yolunu değiştirmemize asla izin vermezdi. Böyle bir hassasiyeti olan insandı. 

Bir anıyı paylaşmak isterim: Bizim evimize giden bir araba yolu yoktu. Merkezden evimize
ciddi mesafe yürüyüş yapardık. Gece yürürken korkarak yürürdük. Ormanın içinden geçerdik
şarkı söyleye söyleye giderdik ki ses olsun korkmayalım… Bir gün yine babam önde ben arkada gidiyorduk. Elimde sopa olsun diye ilk gördüğüm dalı kırıp sopa yapar onunla yürümeye
devam ederdim. Güç hissettirirdi. Her defasında babam o sopayı nereden kırdıysan oraya
git bırak diye uyarırdı beni. Aldığımız yere bıraktırırdı. O zaman benim için o kadar anlamsızdı
ki bu uyarı. Bir tane sopa sonuçta ve komşumuzu da tanıyordum. Ama babam buna izin vermezdi. Bu kadar ince düşünürdü. Babam bu iki nokta derin iz bırakmıştır. Merhamet duygusu,
hak duygusu…
Hayatınızda kırılma noktalarından sonra nasıl değişimler yaşadınız?
“Hayatında koyduğu hedefleri tutturamamış biriyken çok başka alanlarda çok
başka işlere imza atan biri oldum. Her gerçekleşmeyen hedef beni şu an ki koşullarıma ulaştırmak için yaşanmış. Allah bana çok güzel kapılar nasip etti. Evet,
haksızlığa uğradım ama doğrulukta sabredince hedeflerinizin de ötesinde yerlere
ulaşıyorsunuz.”
Birkaç yıl önce Yakın Doğu Üniversitesinde konferansa gitmiştim. Benden önce ODTÜ’den
bir hoca çocuklara hedef koyma konferansı veriyordu. Hoca şunu anlatıyordu, insan hayatına
kısa orta ve uzu vadede hedef koyup buna göre çalışması gerekiyor diyordu. Ondan sonra
ben çıkınca şunu dedim. Ben hep hedef koydum ama hiçbirini tutturamadım. İlkokuldayken
tır şoförü olmak isterdim. Çocukken köy hizmetlerinin araçlarını görür heves ederdim. Bu çocukça bir talepti. Ama sonrasında da hiçbir hedefimi gerçekleştiremedim. Peki ne oldu? Ben
hedef koydukça o hedefler gerçekleşmedi ama bu hedefler için çok çalıştım. Olmasa da her
defasında Allah bana çok başka şey nasip etti. Şimdi bugün sahip olduğum şeyleri düşünüyorum. Ben o günkü şartlarda Allah’tan dua ile bir şeyler isteseydim bugün sahip olduklarım
aklıma gelmezdi bile. Lisede okurken deseler ki bunlara sahip olacaksın derdim ki hadi oradan. Ama bu gayretin karşılığıdır. Allah çalışmanın karşılığını veriyor. Ben son 15 yıldır günde
16 saat çalışıyorum. Üniversite bitti. Yüksek Lisans ve Siyasi Partiler üzerine de doktora çalışması yaptım. Hedeflerim olmayınca ticarete girdim ve reklam sektörüne geçiş yaptım. Arkadaşımın reklam ajansına ortak oldum. O ajansla beraber Türkiye’nin en önemli reklam şirketi
arasında yer aldık. Sonra AK Parti’nin reklam filmlerini yaptık. TV de görünen pek çok reklam
filminin altına imza attık. Bir sürü projenin de altına imza attık. Mesela sıfır atık projesi… A’dan
Z’ye bizim emeğimizin olduğu bir projedir. Şimdi bu işlerin yanında da ATO Congresium işletmesini yapıyoruz. Eğitim anlamında da Ankara Bilim Üniversitesini kurduk. Belki hedeflerim
arasında olan üniversitede akademisyen olamadım ama gelecek vaat eden bir üniversitenin
kurulması bana nasip oldu.
Hobileriniz nelerdir?
“Hobi kavramına karşıyım bu aslında hayat tarzıdır. Hayatınıza dahil ettiğiniz
her şey sizi olumlu ya da olumsuz yönde etkiler. Bundan dolayı ilgi alanlarınız hayata bakış açınızı besliyor. Ben 40 yaşında sora klasik müzikle tanıştım ve vazgeçilmezim oldu. Yeni hayallerimin projelerimin başlangıcı oldu.”
Ben çok çalışan ve gezen biriyim. Keyifle yaşayan birisiyim. Tek dezavantajı evimle çok
vakit geçirememek. İyi okuyan biriyim. Spor yapan biriyim. Tenis oynamayı çok severim. Pek
çok spor dalıyla uğraştım. Mesela bir ara judo federasyonunda beş yıl kadar başkan vekili olarak görev yaptım. Kitap okumak sporla ilgilenmek ama bunların hepsinin önünde yer alan da
sanatla uğraşmak. En keyif aldığım şey müzik ve sahne sanatlarıdır. Bunu keşfettikten sonra
müziğin peşinden koştum. Dünyanın pek çok yerinde konserlere gittim. Sanatsal faaliyetlere
katıldım. NET Sanat diye bir şirketim var ve bir sürü programlar yapıyoruz. Bunların içinde konser tiyatro oyunları var. Bunlardan bir tanesi son dönemde Okan Bayülgen’in oynayıp yönettiği Richard var. Yapımcısı benim. Büyük bir prodüksiyon. Devlet tiyatrosundaki arkadaşlarla
da Bir Adam Yaratmayı sahneledik ve o devam ediyor. Uzun zamandır beraber çalıştığımız
Yücel Arzen’le birlikte pek çok müzik çalışmasına ve konsere imza attık. Ankara, İstanbul, Türkiye’nin başka yerlerinde sahneler kurduk. En son yaptıklarımız arasında Cumhurbaşkanımızın kampanyasındaki Türkiye Yüzyılı şarkısının altında imzamız var. Benim hayatımı renklendiren yapmaktan ve yaşamaktan zevk aldığım şey müzikal ve çok sesli müzik… klasik müzik
orkestralar… fırsatını buldukça bunların peşinden koşmak dinlemek.
“Kendimle gurur duymadım. İnsan yapabileceği kapasitenin çok küçük bir kısmını kullanıyor. Üç tane proje yapmakla da gurur duyulmuyor.”
Aslında bu durum durup dururken ortaya çıkan bir şey değil. 40 yaşından sonra klasik
müzik aşkı nerden çıktı diye düşündürücüdür. Çayeli’nin bir köyünde büyümüş biri bu yaştan
sonra nereden çıktı Beethoven, Mozart… Sonunda buldum. Bizim çocukluğumuzda evimizde televizyon yoktu. Halamın evinde vardı. Onun evine pazar günleri film izlemeye giderdik.
Filmden önce pazar konseri olurdu. Onu izlerdik ki hemen peşinden çıkacak kovboy filmini
kaçırmayalım diye. Ben çok sesli müziği orada içselleştirmişim. Oradaki tınıları şimdi hatırlıyorum. Ben şimdi reklam filmi, sahne sanatları, sinema yapıyorum. Müzik tarafıyla ayrıca
ilgileniyorum.
“Bugün elde ettiğim pek çok şeyin temelinde bizim Abdullah Hoca Köyü var.
Mesela sıfır atık projesi… Bana soruyorlar nerden çıktı sıfır atık diye. Ben 13 kişilik bir ailede büyüdüm. Bizim evde hiçbir atık çıkmazdı. Artan yemekler ineklere
giderdi ineklerin ki bahçeye giderdi. Annem hiç fazlalık kullanmazdı. Bulaşıkları
yıkadığı suyla tuvaleti temizlerdi. Soba külünü sebzelerin altına sererdi. Sebzeleri
yıkadığı suyu bahçeye dökerdi. Çöp atma kavramını liseye doğru öğrendim. Buradan aldığımız ilhamla projeyi yaptık. Biz de hiç atık yoktu. Şu an Sıfır Atık projemiz
bir devlet projesi oldu.”
Ben filmleri çok içselleştirirdim. O western filmlerinde hep Kızılderililerin tarafını tutardım.
Şimdi bunlardan esinlenerek işler yapıyoruz. Yakında büyük bir müzikal yapmaya hazırlanıyoruz. Mazlumun yanında yer alan. Beni çok etkileyen filmlerden biri Çağrı filmidir. Şimdi onun
dev bir prodüksiyonla 3 Nisan’da müzikalini yapacağız o zaman belki kendimle gurur duyacağımı düşünüyorum. 

Elinizde sihirli bir değnek olsa neyi değiştirmek isterdiniz?
“Türkiye’de kafa yapısı problemi var. Herkes bir yaratıcıya inanıyor ama herkes
Allah dışında her şeye inanıyor. Herkesin kendisine ait bir tanrısı var ve onun peşinden koşuyor. Muhafazakar kitleler ve kendini laik olarak tanımlayan kitleler var ikisi
de bir birinin hal ve hareketlerinden habersiz ikisi de birbirine müsemmasız ikisi de
birbirinden yobaz düşünceye yapısına sahip pek çok insan var.”
Sopanın gücüne bağlı. Hayal gücü yüksek biriyim. Bir defa insanların kafa yapılarının değişmesini isterdim. Her türlü yobaz kafadan, düşünceden bahsediyorum. Türkiye’de yobaz
kavramı sadece muhafazakar kesim için kullanılıyor maalesef. Değil! Gerici kavramı bizim üniversite yıllarında muhafazakar kitlelere ithafen kullanılırdı. Ben hep Milli Görüş camiası içindeydim ve hep gerici yaftasıyla yaftalandık. İnsanların bu zihniyetini değiştirmeyi isterdim.
Biz her şeyi kutsallaştırıyoruz. Köyde yaşayan vatandaş için arazi sınırı bir Tanrı gibidir. Çünkü
uğruna ölmeyi göze alabilen insanlar oluyor. Niye Tanrı diyorum, uğruna ölebilecek tek şey
Tanrıdır. Bu köyde yaşayan insanların kafa yapısı bu, sınır için insan insanı vurabiliyor. Benim
rahmetli babam köydeki evimize arabayla ulaşım sağlayabilmek için yol yapmaya çalıştı 30
yıl yapamadı. Küçücük bir mesafeyi komşumuz arazisini vermediğinden yol yapamadık. Babam öldükten sonra o yolu yapmak, tamamlamak bize nasip oldu. Babam hayattayken yolu
eve ulaştırdık ama son haline getirmek bize nasip oldu. Benim bütün gençliğim o yolu yürüyerek geçmişti mesela. O eziyetleri biz yaşadık.
İnsanlar bir ortamda kültürlerini dini inançlarını mezheplerini her birini bir karşıt durum
olarak görüyor ve tekleştiriyor. Beraber yaşama kültürüne sahip olamıyor. Ben tarih okudum.
Mesela kimisi için Türk Tarihi kimisi için Osmanlı Tarihi kimisi için Cumhuriyet Tarihi kutsaldır.
Oysa tarih tarihtir. Bundan 500 yıl önce yaşanmış bir olayın şu an bizim aramızda bir kavga
meselesi olması normal bir durum değil. İnsanların siyasi düşüncelerini konuşabilmeleri başka bir şey tartışmaları çok başka bir şeydir. Olaya bakış açım bu. Ben Abdülhamit’i ya sevmek zorundayım ya nefret etmek zorundayım; İnönü’yü ya sevmeliyim ya nefret etmeliyim…
Niye? Bu memlekette böyle bir kafa yapısı var. Bu da iki tarafının bir araya gelip başka güzel şeylere vesile olmasına engel oluyor. Bunu düşünmekten hayal kuramıyoruz. Geçmişin
kavgasını veriyoruz. Geçmişin peşinden koştuğumuz için. Bizim köydeki sınır kavgasındaki
kavgayla, üniversitede ki tarih atışmasına tutuşan profesör kavgasını aynı görüyorum ikisi de
yobaz. Bu kafayı anca sihirli bir değnek değiştirirdi.
Rize’ye bakınca nasıl bir fotoğraf çekerdiniz?
“Rize gibi harika bir şehri el birliğiyle perişan bir hale getirmişiz. Yapana dur
dememişiz. Belki değiştirmek için çok çaba da göstermemişiz neticede ağacını
yeşilliğini o muazzam doğasını merkezinde yaşatamayan beton bir Rize’ye sahibiz, maalesef…”
Ben Rize’yi çok seviyorum. Merkezden bahsetmiyorum. Ben doğasını seviyorum. Mesela
en çok çocukluğuma dair hatırladığım anılardan bir tanesi köyden denize iner akşama kadar
denizde kalırdık. Köyden yürüyerek bir saat sürerdi ama o yollar gözümüze gelmezdi. O doğa
bize aitti ve onunla yaşıyorduk. Rize’nin merkezini şehir alanını sevmiyorum. O yapılaşmaya bakınca maalesef el birliğiyle dünyanın en güzel şehrini biz Rizeliler harap etmişiz diyorum.
Ben dünyanın farklı tarafından getirdiğim misafirleri Rize merkezden geçirirken çok hızlıca
geçiriyorum mesela. Övünerek anlattığımız şehrimizin çirkinliğini görmesinler diye. Şimdi havalimanı yapılınca direkt köye çıkıyoruz.
“Günün sonunda Rize’ye döneceğiz. Rize benim sığınağım. Kendi özümü bulduğum yer.”
Köyde rahmetli babamın yaptırmış olduğu ahşap bir ev var onun tamiratını da yaptırdık.
Oraya yatırımda yapıyoruz. Köyümden bahsediyorum ama. Memleketim dediğim nokta orası. İnsanın büyümeye başladığı yerle beslendiği su kaynağı aslında onun özü. Özlemim hep o.
Üzgünlüğüm Rize’nin merkezinde bir tane ağacın olmaması. Ağacın kendiliğinden büyüdüğü
yerde Rize’nin merkezinde ağaç yok! Şu memleketi İkizdere’den başlayın Fındıklıya kadar
orta refüjlere mandalina çay ekin. Bir şey yapılmalı. Bu büyük bir eksikliktir. Ben çok geçmişe
dair yaşayan birisi değilim. Geçmişi hatırlayan birsiyim. Geleceğe bakmamız lazım. Maalesef
hayal kurmadan imar ettiğimizden dolayı Rize merkeze özlemle bakabileceğimiz bir şey görmüyorum. Paramız var ama hayalimiz yok.
Unutamadığınız bir anınızı paylaşır mısınız?
Benim için lisede yaşadığım ve üniversite hayatımı etkileyen o travmadır. Benim hemşerimin iktidarda olduğu dönemde olması da başka bir üzücü durumdu. Ben Mesut Beyi çok
severdim. Çok büyük işler yapmıştır. Rize’nin gelmiş geçmiş en büyük siyasetçilerinden bir
tanesidir. Sekiz yıllık kesintisiz eğitimi siyasi hayatıma da mal olsa bunu geçireceğim demişti.
O ben de çok büyük bir hayal kırıklığı oldu. Mesut Beyin ne kadar vatanperver ve büyük işler
yaptığını şu an görebiliyorum ama hayatımda etkilendiğim en büyü olay budur.
“Babam ben okuyayım diye inançlarına ters olan faizle kredi çekmişti. Sanırım babamı ilk günaha sokan ben oldum. Londra’ya gitmek benim için sadece eğitim amaçlı
değildi. Babamın bana olan inancının da büyük bir sorumluluğunu taşıyordum. ”

Benim hayatımı etkileyen bir diğer anımı da Londra’dayken yaşamıştım. Londra da öğrenci olarak gittikten sonra oranın ne kadar pahalı bir şehir olduğunu fark ettim. Rahmetli
babam hayatında faize krediye bulaşmamış bir adamdı. Londra’ya gitmem için babamdan
kredi çekmesini istemiştim ve çekti. Hayatım da ilk defa babamı günaha ben soktum. Babamın o krediyi çekip benimle beraber uçak biletini alıp konaklama yerinin parasını ve okulun
parasını ödemesine ve bunun için faizle kredi çekmesine vesile oldum. Babamın çok zorlandığını düşünüyorum. Çok zor bir karardı bu… Dini inançlarına ters bir şey yapıyorum ama başka
çare de yok. Eğitim için başka şans yok. Londra’ya gidip bunu çalışıp ödeyeceğimi vaat ettim
ama rahmetli babam onu da ödedi. Londra çok pahalı bir yerdi. Sadece evin haftalık kirası
Türkiye’de çalışırken ki maaşım kadardı. Aradan üç ay geçti iş bulmuştum. İki ay kirayı ödedim kısmen krediye ödeme yaptım ama işten ayrılmak durumunda kaldım. İngilizcem yeterli
değildi. Param bitti. Adım atacak takatim yoktu babamdan da isteyemiyorum. Delikanlılığa
kendime yediremiyordum. O da zor durumda sonuçta memurdu. Londra’da Caddede giderken o kadar darlanmıştım ki Sudanlıların bir camisi vardı oraya gittim. Açtım ellerimi dua ediyorum. Bana karar verme yetisi ver Allah’ım dedim. Türkiye dönersen bu kadar emek verilmiş
geri dönemiyorsun kalsan devam edecek paran yok. Yol göster diye dua ediyorum. Akşam
eve gittim konsolosluktan haber geldi. Türkiye’den Belediye Başkanları Londra’ya gelmişti ve
onlara rehber istediler. Gittim. Hem birkaç kuruş da kazanırım dedim. Bir baktım benim de çok
sevdiğim tanıdığım Samsun Belediye Başkanı Erdoğan ağabey de gelmiş. Diğerlerini bıraktım
Erdoğan ağabeye gel seni gezdireyim dedim. Cebimde de 25 paunt var onu o gün bitirdim.
Erdoğan ağabeyi oteline bıraktıktan sonra ben de de para kalmadığı için eve yürüyerek dönmek zorunda kaldım. Üç saat yürüdüm. Param yoktu. Eve gidene kadar çok düşündüm. Eve
gidince Türkiye’ye dönme kararı aldım. O sırada ceketimin cebimde 500 euro para buldum.

Şaşırmıştım. Meğer Erdoğan ağabeyi bana sarılırken cebime koymuş. O parayla eğitime devam etme şansım oldu. Direkt verseydi zaten almazdım o da bunu biliyordu. Ben onun bir
mesaj olduğunu düşünüyorum. Allah, Erdoğan ağabeyi Samsundan bana o parayı vermek
için getirmişti. Hayat böyle bir şey…
Rize’de sanatsal organizasyonlar yapmayı düşünüyor musunuz?
Rize’de de etkinlikleri yapacağım ama maalesef salon yok. Biz bir üniversite kurduk burada. Çok kısa sürede %100 doluluk oranıyla ilerleyen bir üniversite oldu. Hocamız da sağ olsun
Oxford’dan hocaydı ve buraya geldi rektör oldu. Güzel bir üniversite kurduk. Bana soruyorlar
neden üniversite kurdun diye. Bizim gençlikte yapmak isteyip de yapamadığımız şeyleri başkaları yapsın diye yaptık. Bu asla ticari bir şey değil. Aklı başında olan bir ticaret adamı gidip de
üniversite kuramaz. Üniversite kurmak çok masraflı ve meşakkatli bir iş. Hayal kurmak için yer
üniversitedir. Ben Türkiye’nin her yerinde reklam kampanyaları yapıyorum. En çok da Rize’de
yapıyorum ki buraya gelsinler. Burada teknoloji kongreler fuarlar yapıyoruz. Zaman zaman
Rize’den öğrencileri buraya getiriyoruz. Ben Rize’de ki pek çok milli eğitim müdürüne haber
gönderdim. Elimizde bu kadar akademisyen var hepsini oraya getirebilirim dedim. Yeter ki
isteyin. Bu insanların diyaloglarını Rize’yle paylaşmalarını istiyorum. Bütün sanat faaliyetlerini de Rize’ye getirmek isteriz. Ama büyük salonlara ihtiyacımız var. Bizim Türkiye’deki kültür
merkezlerinde şöyle sıkıntı var. Bina büyük salon sahne küçük… Ben yurt dışından pek çok etkinliği Rize’ye getirdim. Pek çok
insanı da getirdim pek çok uluslar arası organizasyonları Rize’de
yaptırdım. Buna dair şikayetlerim
var ama yine de çok daha fazla şey
yapmak istiyorum.
Ben hayal kurmayı öğrendiğim zaman başarılı oldum.
Onların da hayal kurması için
elimden geleni yapıyorum.”
Bu memlekette doğup büyüyen herkes doğduğu büyüdüğü
topraklara borçludur. Bizim tüm
ticari yatırımlarımız Ankara'da İstanbul’da ama günün sonunda biz
Rize’ye borçluyuz. Ona dair hep bir
şey yapmak istedim. Rize’de film
çekmeye niyetlendim olmadı. Ticari sebeplerden dolayı yapamadık.
Şimdi yeni bir sinema filmi projem
var onu Rize’de yapmayı düşünüyorum. Kaçkarlarda film yapmayı
istiyorum. Senaryosunu yazdırdım.
Ben yaptığım projelerin hiçbirinden
devlet desteği almadım. Gerek yok
zaten seyirci bunu alıyor. Çok büyük bir Karadeniz senfonisi yapmak
istiyorum. 80 kişilik bir orkestrayla
Karadeniz müziğini icra etmek istiyorum. Tulumu çok seviyorum. Batı
ve Karadeniz müziğini birleştiren
bir senfoni yapma hayalindeyim.

Rize’de büyük bir kongre yapma düşüncem de var. Kreatif sanatlar kongresini yapmak
istiyorum. Rize’nin kreatif taraflarını geliştirmek için benim de bir katkım olsun istiyorum.
Dünyanın pek çok yerinden insanları getirme gayesindeyim. Daha çok katma değer şeyler
olacağına inanıyorum. Rize’nin çok büyük bir potansiyeli olduğunu düşünüyorum ama hemşerilerimin bunun peşinden tam anlamıyla koşmadığını düşünüyorum. Biraz bu kapasitenin
gayretini gösterenlerin fark yaratacağını gördük. Coğrafyanın bize vermiş olduğu pratiklik
yeteneği var. Biz her an değişen bir coğrafyanın çocuklarıyız. Her an pozisyon alman gerekiyor. Bu senin üzerinden her şeye yansımış. Coğrafya kaderdir. Kesinlikle. Bu pratiklik yeteneği
başka türlü açıklanamaz. İçindeki potansiyeli ortaya çıkarabilen bir Rize inanılmaz işlere imza
atacaktır. 

RİZELİNİN BAŞARI ÖYKÜSÜ III
YAZARLAR: ALİHAN TELATAR & SELİM DENİZALP


Önceki Haber 
Sonraki Haber

Yorumlar

  1. 1 0
    {usertitle}

    şeref p.

     31 Temmuz 2023 14:51
         

    Bir solukta okudum,gönlü güzel bir hemşerimiz,yer yer duygulandım,Allah önünü yolunu açık eylesin,güzel kardeşimin,inşallah emellerine nail olur 

  2. 0 0
    {usertitle}

    Gülcan Ö.

     2 Kasım 2023 11:19
         

    Kızım Ankara Bilim Üniversitesinde bu yıl okumaya başladı. Kurucusunun hedefleri olan, vatanını seven ve onlar için daha iyiyi isteyen birisi oluğunu bilmek mutluluk ve  gurur verdi. Onun hikayesi gençlerimize  ilham olsun.  Teşekkür ediyorum şimdiden gerçekleştireceği güzel hayalleri için.

Yorum Yapın