Halil İbrahim Yılmaz
“Daha çocukken babamın iş yerine gidip orada idarecilerle çalışanların ayrı
ayrı yerlerde yemek yediğini görünce çocukluk aklıyla çok üzüldüğümü
hatırlıyorum. Toplumsal sınıf ayrılığını ilk orada gördüm. O anın içimde yarattığı ve tam
anlamıyla anlamlandıramadığım his, benim bugünlere gelirken hayata bakış açımı besledi.
Beni ben yapan değer yargılarından biri oldu. Bu yüzden kutuplaşmanın olmadığı ideolojik
ayrımcılığın sınıfsal hiyerarşinin yer almadığı toplumu her rengiyle kucaklayabileceğimiz
oluşumlarda olmayı istedim. Efendi köle ilişkisi benim mantığımda hiç olmadı. Ankara Kent
Konseyi bu kucaklaşmanın adreslerinden biri oldu mesela. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun
dediği gibi, paylaşılmayacak bir şey olmadığını o cezaevinde gördüm… Bu cümle Türkiye’nin
gerçek yüzünü gösteriyor bize. Paylaşmayı bilen paylaşımcı ahlaklı dürüst insanlardan
olmak için her türlü kavgayı mücadeleyi vermeliyiz. Dolandırmayı kabiliyet ve zeka olarak
gören bir toplumda diğer sorunları tartışmamızın anlamı yok. Bir adam hırsızlık yolsuzluk
yapıyorsa dünyanın her yerinde bunun adı ahlaksızlıktır. Onun şöhret olmaması gerekiyor.”
Halil İbrahim YILMAZ
Gençlik yıllarından itibaren sivil toplum
kuruluşlarında etkin faaliyet gösteren Halil
İbrahim Yılmaz, birçok yayın organında
yöneticilik ve gençlik yapılanmalarında
başkanlık görevini üstlendi. Kutuplaşmadan
uzak, ülkenin geleceği için projeler üretme
amacıyla birçok projeye imza atan YILMAZ,
2001 yılında gençlerin siyasi ve toplumsal
alana katılımlarını artırma amacıyla farklı
görüş ve düşüncelerin birleştiği Genç Türkiye
Atılım Projesi’ni koordine etti. Tüm siyasi
parti temsilcilerinin ve çok sayıda sivil
toplum kuruluşunun katılımıyla 30’a aşkın
şehirde gerçekleşen bu proje döneminde
büyük sonuçlar aldı. Toplumcu, bütünleştirici
yaklaşımını hayatının her dönemine
yansıtmayı başarabilmiş yaptığı ve yapacağı
projelerle Rize’nin gelecekte de gururla
bahsedeceği bir isim olmuştur. YILMAZ,
Ankara Ticaret Odası Başkan Vekili, Ankara
Kent Konseyi Yürütme Kurulu Başkanlığı ve
Formula A.Ş. Başkan Vekilliği görevlerini
devam ettirmektedir.
Sizi tanıyabilir miyiz?
Rize Kendirli Beldesinde Nisan 1975’te
dünyaya geldim. İki erkek bir kız üç kardeşiz.
En büyükleri benim. Annem Rize Yiğitler Köyünden. Babam Kendirli Beldesinden. Benim çocukluk dönemim Kendirli Beldesinde
geçti ama ben daha çok annemin tarafıyla
büyüdüm. Rize’de Uğur İş diğer adıyla Kabiller manifatura diye bilinen bir yer. Sahibi
Şaban Kabil. Nenem tarafından akrabamız,
Eski Rize Milletvekili Ahmet Kabil de annemin amca çocuğudur. İlkokulu köyümde
okudum. Ortaokulda da annemin ailesinin
yanında Rize Merkez’de hayatıma devam
ettim. Rize Lisesi’nin Orta kısmında başladım ama Ortaokulu Mehmet Akif Ersoy’da
tamamladım. Oranın ilk öğrencilerindenim.
Ardından Endüstri Meslek lisesinin elektrik bölümünü kazandım ama son dakikada
karar değiştirip gitmedim ve Rize Ticaret
Lisesine gittim. Ticaret Lisesini 1991 yılında
bitirdim. Üniversiteye gitmek istemedim
aslında. Rize’de yerel radyolar yeni yeni kurulmaya başlıyordu. Üniversiteli gençler Dinamik Radyo diye bir radyo kuruyordu. Onu dayımla beraber satın aldık. Yerine Dergah Radyoyu da arkadaşlarımla beraber kurduk. Rize’nin ilk radyolardan biridir. 1991-92 yıllarıydı... Lise sonunda üniversiteye gitmeme kararı aldıktan sonra
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi’ni kazandım.
“Ekonomik olarak güçlü bir ailesi olan anne ile yoksulluk
düzeyinde olan bir baba tarafı arasında büyüdüm. İki kültürü
iki standardı beraber yaşayarak büyüdüm ben. Anne tarafına gittiğimde Rize’nin eşrafı güçlü bir aile var, baba tarafına
gittiğinde ise köyde çayla uğraşan bir aile… İkisini de aynı
anda yaşadım.”
Babamlar dokuz kardeş ve yaşamlarını köyde geçiriyordu. Annemler altı kardeş ve Rize’nin tanınan bilinen esnafları... Ticaret lisesi bitene kadar köydeki çay sorumluluğu bana aitti. Orta birinci
sınıftan itibaren 6 ton civarındaki çayı tamamen ben yönettim. Taşınması, satılması, toplanması… annem ve kız kardeşimle beraber.
Her yaz döneminde o sorumluluk bana aitti. Bizim Karadeniz erkeği
babasıyla ilişki kurmakta güçlük çeker. Karadeniz değil Türk erkeği
anasına daha düşkündür, daha yakındır. Benim için de öyledir.
“Rize Lisesinin orta kısmı ilginçti. Rize’nin kentli kültürüyle tanıştık yani yerleşik
olanlarla… Aynı kültürde olmamıza rağmen o kültürün medeni halini gördüm orada.
Çarşılı dediğimiz, standardı daha yüksek, birbiriyle medeni ilişkiler kurabilenlerle…
Biz köyden gelenler daha göçmen gibiydik. Utangaç göçmenler gibiydik kentte.
Mahcup öğrencilerdik. 10 km yukarı köylerden gelmenize rağmen dünyanın başka
yerine göç etmiş gibi hissediyordunuz. Farklı bir kültürün içinde bulmuştuk kendimizi. İlerleyen dönemlerde bunun çok faydasını gördüm.”
Kent kültürüyle ortaokulda tanışıp anne ve babadan bağımsız anneanne ve dedeyle kentin eşrafının yanında manifaturacılar sokağında büyümenin konforunu yaşadım. Bugün cemiyet hayatında var olmayı borçlu olduğum en önemli argümanlardan biri budur. Orta birinci
sınıfta şehrin eşrafının yanında akşama kadar o sokakta duruyorsun, dört katlı konfeksiyon
mağazasında müşteri karşılıyorsun, yaşlı kadınlara divitin, gençlere daha saten kıyafetler
satıyorsun… Eskiden evlenecek olanlar için düğün elbisesi kesmek diye bir şey vardı. 30-40
kişi gelirler kız ve erkek tarafı alışveriş yapardı. Orada da daha çocuk yaşta olduğumuz için
mahremiyete biz girerdik. Onların bütün ihtiyaçları karşılanır, altın alacak aileler kuyumcular
sokağına götürülür, oradan öğle yemeğine gidilecekse yine ben eşlik eder götürürdüm. Orta
birdeki çocuk için müthiş bir sosyalleşme deneyimiydi. Dedem aynı zamanda hocaydı. Alışverişe gelen evlenecek çiftin dini nikâhını da kıyıyordu. O sürece çok şahitlik yaptığım olmuştur.
Cemiyet hayatında da bir sürü nikah şahitliği yaptım ama bu ortaokuldan başladı diyebilirim.
“Üç katlı konfeksiyon mağazasında orta bir öğrencisi olarak müthiş bir deneyim
yaşadım. Yeni evlenen çiftlerin ve ailelerinin alışveriş sürecini ben yönetiyordum.
Onlara refakat etmek o yaşlarda çok başka bir deneyim oldu. Üstlendiğiniz görev
ve sorumluluk ile hata yapmadan, müşteri memnuniyetini kaybetmeden bu süreci
tamamlıyorsunuz. Gerçekten kıymetli bir deneyimdi benim için.”
Sivil Toplum Örgütçülüğü ve siyaset
yolculuğunuz nasıl başladı?
“Çocukken köydeki çay fabrikasına ziyarete
gittiğimde babamın ve onun gibi emekçi işçilerin ayrı bir masada, idarecilerinse ayrı masada
yemek yediğine tanık olduğumda çok şaşırmıştım. İdareciler sıraya girmeden yemek yiyor,
babam sıraya girip alıyordu. Babamı etkilemiyordu bu ama benim gibi ilkokuldaki bir çocuk
için büyük travma… Hayatımdaki ilk sorgulama
budur mesela. Neden bu ayrım?”
Rize Yeniköy mahallesinde sobalı bir evde, dedemlerle aynı apartmanda oturuyoruz. Altı katlı bir
apartmandı, babam da bir katını satın almıştı. Her
akşam yemeği bir pişiyoruz. Türk filmlerindeki aileler gibi yaşıyoruz. Babam da Kendirli Çay
Fabrika Müdürünün makam şoförü. Akşamları çarşıya geliyor. Gündüz fabrikada bulunuyor.
Babam geldi ve bir akşam beni yanına çağırdı. Rize’de bir babanın oğluna konuşmamız lazım
demesi imkânsız gibi bir şeydir. Bir şey söyleyecekse eğer anne ile mesaj gönderir. Bizim zamanımızda öyleydi. Babalar kızacağı zaman kızar, karşına alıp konuşmaz. Ben de şaşırdım.
Gittim yanına. “Ben köydeki fabrikada şoförlüğünü yaptığım müdürlere hava attım benim
oğlum okuyacak dedim beni mahcup etme, rezil etme… Kendi niyetin yoksa da benim için
üniversiteye gidecek, bunun için okuyacaksın.” dedi. Bu beni çok etkiledi. Bu psikoloji ilginçtir
çocuklara sirayet eder. Ben şimdi çalıştığım kurumdaki makam arkadaşlarımı babam gibi görüyorum. Çünkü babam o işi yaptı. 22 yaşından beri makam şoförüm vardır. O konforu biliyorum. O yüzden babamın benimle o gece konuşması başka bir şeydi. Hayatımda uyuyamadığım gecelerimden birisidir. Babama bu eziyeti vermemem lazım dedim. Babamın müdüre ve
fabrikadaki memurlara ilan ettiği duygusu üzerinden üniversite okumaya karar verdim ama
kısa bir dönem çalışma şansım oldu ve Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’ni kazandım.
O aralarda rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu MHP’den ayrılmıştı. Rize’de onlarla tanıştım. Dağmaran’ın sahibi rahmetli Hızır Dil’in hayatıma çok etkisi vardır. Dayımlarla beraber Muhsin Yazıcıoğlu ve ekibiyle tanıştım. Rize’de bir dergâh yani ocak kuracağız dediler. Bunlar kimdir
diye sordum. Bu adamlar cezaevinden çıkmış dediler. Allah Allah dedim katil olanlar girmez mi
cezaevine! Siyasi suçlularmış. O yaşıma kadar da bilmiyordum. 17 yaşıma kadar Türkiye’deki
ideolojik mücadeleden haberdar değildim. 12 Eylül öncesini biliyorum ama nasıl biliyordum
silahların köyde toplanmasından biliyordum. Altında yatan gerçeklerle ilgili bir fikrim yoktu.
Köyde fabrika meydanında toplanan köylülerin dayak yemesinden hatırlıyorum… İdeolojik bir
kamplaşmayla darbe olmuş fikrini bilmiyordum o yaşıma kadar. Bu konuda da bihaber yaşıyordum.
Orada baktım ki Mustafa Çelebi, Muhsin Yazıcıoğlu… Mamak Cezaevi’nden gelmişler.
Diyorum ki bu kadar iyi insanlar nasıl cezaevinden çıkmış. Bu insanlarla tanışınca Rize’den
başka bir dünya varmış dedim. Muhsin Yazıcıoğlu’nu tanıdım. Bir yazı okumuştum “Sokaklara
sığmadık ama 2,5 metre karelik hücreye sığdık.” diyordu. MHP ve ülkü ocaklarındaki aidiyetin ötesinde bir his oluştu bende. O hiyerarşiyi sevmedim, o emir komutayı da hiç sevmedim ama Yazıcıoğlu’nun bakış açısına
bayıldım. “Paylaşılmayacak bir
şey olmadığını gördüm o cezaevinde” dedi. Kendi kendime şöyle düşündüm; adam dövüştüğü
adamlarla aynı cezaevinde aynı
hücrede kalıyor. Orayı bir eğitim
kampüsü olarak görüyor. Farklı
görüşler bir araya konulmuş. Kavga etmişler… Kavga ettiği gençlik
örgütünün lideriyle aynı hücreye
konulmuşlar… İkisi de vatan seviyor ikisinin de anneleri aynı birbirine benziyor, Anadolu kadını… Birbirimizi niye kestik diyoruz. Benim hayata karşı bakışım,
duruşum, siyasetim, savunduğum ideoloji o gün başladı. Bugün Ankara Kent Konseyi’nde
toplumun bütün kesimlerini buluşturma arzumun temeli orada atıldı. O zamana kadar apolitik
biriydim. Hiçbir şey umurumda değil. Klasik Rizeli bir gençtim. Çay festivali ne zaman olacak
konsere kim gelecek hayata oradan bakıyordum ben. Bütün dünya buydu. Orada Muhsin Yazıcıoğlu’ndan çok etkilendim. Bu süreç Ocak Genel Başkanı ve Üniversite Öğrenciler Birliği
Genel Başkanı olmamı sağladı. Cemiyet yolculuğum da başlamış oldu.
“Bugün Ankara Kent Konseyi’nde 1800’e yakın kurum, kuruluş, sağ-sol ideolojiye sahip insanlar ortak paydada buluşabiliyor… Toplumun bütün sosyolojilerini bir
araya getirme bilinci oluştu bende. Hayata öyle bakıyorum ben. Siyah beyaz değildir
bu toplum. Aynı ideolojide olan ahlaklı, diğerleri ahlaksız değildir bende. Her mahallenin güzelleri vardır, her mahallenin ahlaklısı, her mahallenin ahlaksızı vardır.
Aynı camiadan olanlara kutsanmış, olmayanlara gavur demedim hayatım boyunca.
Ailemde de böyle. Kültürel akrabalıklar genetik akrabalıklardan daha değerlidir. Ankara Kent Konseyi’ndeki Rizeli Yol arkadaşım Süleyman Basa bunlardandır”
Siyasete oradan başladık ve Nizam-ı Alem Ocakları’nı kurduk. Bir radyo da kurmuştuk.
Üniversite eğitimim için Sivas’ı tercih etmemde de Muhsin Yazıcıoğlu etkili olmuştu. İdeolojik
bir tercihti. Üniversite tercihlerimde 18 tercihin 14’ünü Sivas yazmıştım. Sivas’ta hayatım değişti benim. Orada da Muhsin Yazıcıoğlu ile zaman geçirince -ki milletvekili olmuştu- üniversitede ki gençlerde bana çok ilgi gösterdi. Binlerce genciz üniversitede… 11 bin kişilik üniversitenin 3 bini bizim görüşteydi. Hepsi bizim arkadaşımızdı. Bir yıl içinde Sivas’ta okulda ve diğer
yerlerde her şeyin başkanı olmuştum.
“Rizelilerde de bir enerji vardır. İstanbul’da Rize Vakfı’nda bir davetine katıldım.
Her görüşten insanın olduğu bir toplantıydı. Rizeli ne demektir dediler? Bana da
Ankara’dan geldiğim için mikrofon uzattılar. Rizeliler Türkiye’nin her karış toprağında hizmet etmiştir. Öncü olmuştur. Başkaları düşünürken koşan kişi olmuştur. Korkmadan eyleme geçen kişidir. Risk alan insandır. Tayyip Erdoğan, Mesut Yılmaz ya
da Murat Karayalçın konusu değil. Millet tedirgin iken onlar koştu. Koştukları için
toplum önünde oldular. Bu Rizelileri kutsadığım için değil. Bu coğrafyayla alakalı
bir şey. Moskova devlet sirkindan sanatçıları getirsen Rize’ye, ayakta duramayacağı bir coğrafyada, eğimli arazilerdeki çay bahçelerinde tökezlerler ama o anaların 150
kiloluk çay tarımı yaptığı yerdir Rize. Bu coğrafyada duran adam başarılı olur. Bu
coğrafyada tarım yaparken doğum yapan ve bebeğini kızılağaca bağlayarak yaptığı
salıncakta uyuturken akşama kadar çay toplayan kadının bebeği elbette başarı olur.
Yaşamamız tesadüf ayakta kalmamız tesadüf. Kurgulanmış hayatlarımız yok bizim.
Çaresizliğin içinde çare arayan yerin adıdır Rize. Dövüşerek ayakta kalıyoruz biz. Bu
yüzden bulunduğumuz cemiyetlerde öncü oluyoruz. Çünkü diğerleri düşünmekle
meşgul. Biz harekete geçiyoruz.”
Sivas’ta başka bir hayat öğrendim ben. Üniversite okurken oranın başkanı oldum. Sivas’a
gidene kadar Kürt Alevi nedir bilmezdim. Bizim ailede böyle bir öğretiyle büyümedik. Toplumun değişik renklerini tanıdım. Bir gün Sivas’ta Ali Baba Mahallesi vardı oraya gitmiştim. 12
Eylülden önceki süreçte sağ sol davalarından dolayı arkadaşlar tedirgindi. Ben de ideolojik bir
yapının içindeyim. Ama oraya gittim ve orada toplumun bütün renkleriyle yaşayabileceğini
gördüm ben.
“Bir ideolojik yapının görünen adamı olduğum halde, ideolojik kavramın, kardeşliğin önüne geçemeyeceğini Sivas’ta gördüm ben. Sivas’ın benim gelişimime çok
faydası oldu. Oradaki 1200 köyü Muhsin başkanla gezdim tek tek… Bugün Ankara
Kent Konseyi’nde sol sağ diye tanımlanan gruplarla iyi diyalog kurmamın altında
Sivas vardır.”
Ankara’ya gelişiniz nasıl oldu?
Öğrenciliğim dolu dolu geçti. Gazete çıkarırdık. Ocak başkanlığı yaptım. Sonra Ankara’ya
gel dediler. Ben Rize’ye gitmeyi düşünüyordum. Gelemem Ankara’ya dedim ama çağıranlar
çok değerli ağabeylerimdi. Kısa dönem için tamam dedim ve sadece altı ay için kabul ettim.
Üniversite Öğrenciler Birliği diye bir yapı kurulmuştu, benim de bunun başında olmamı istediler. Türkiye’de o zaman altmış yedi üniversite var ve hepsinde de temsilcimiz bulunuyordu.
Bu diyalogu sen yönet üniversite sorunlarını sen dinle dediler. Nizam-ı Alem içinde kurulmuş
bir yapıydı. Geldim başında durdum o altı ay, yaklaşık yirmi beş sene oldu ve ben hala Ankara’dayım. Daha sonra Nizam-ı Alem Ocakları’nın Genel Başkanlığını teklif ettiler. Bu ismin
toplumun her tarafını kucaklamadığını düşündüm. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu ile konuştum.
Genel başkanı olurum ama buna Türkçe bir isim koyalım dedim. Anadolu’yu Türkleştirenlerin
adı Alperen’dir. O kültür herkesi bir araya getiren kültürdür. Alperen Ocakları’nın ilk Kurucu
Genel Başkanı oldum.
“Alperen Ocakları’nı kurarken Muhsin Yazıcıoğlu’na kendi mahallemizin dışındaki insanlarla çalışmak istediğimi söyledim. Ben 23 yaşındaydım. Bütün siyasi parti
genel başkanlarını Dedeman Otel’e davet ettim. Birbirine hakaret eden karşıt görüş
olan siyasi parti başkanları o gece benim davetlim olarak benim masamdaydı. Bunu
orada gördüm. O yapı çok takdir edildi. Toplum müşterekleri üzerine kardeş olalım
dedik ayrılıkları üzerine değil. Bunu 30 ilde devam ettirdik ve gittiğimiz her yerde il
başkanlarını da davet etmeyi atlamadık. Böyle bir yapı oluşturduk ve o yapı başarılı
oldu. Siyaset gerilediği dönemde bu yapı durdu ve ben de sonra ticarete geçtim.”
O zamanlar Platin Dergisi benimle röportaj yapmış ve bana hayalimi sormuştu. Milletvekili mi Belediye Başkanı mı olur algısı vardı. Bu eksende ilerleyeceğim düşünülmüş. AK Parti’nin de yeni kurulduğu dönemlerdi. Bana da içinde bulunduğum yapıdan ve kurduğum yeni
oluşumdan dolayı büyük bir ilgi göstermişlerdi. Türkiye’de gençlik ilk defa kavganın dışında
bir dil kullanıyordu çünkü. Nazım’la Necip Fazıl’ı aynı anda sevebilme durumu. İkisi de düşman değildi. Vatan sevgisi bir mahallenin tekelinde olmamalıydı. Bunların tamamını kuracak
bir yapı oluşturmalıydı. Genç Türkiye Açılım Projesi’nde hamaset yoktu. Herkesin müşterisi
olan mevzular üzerinde kolaycılık yapmadık. Hikâyeleri anlatmadık. Dini, sosyal ve kültürel
değerleri dilimize dolamadık. Toplumun kabul görmüş değerleri üzerinde konuşarak da bu
işlerin yapılabileceğini gösterdik. O hala bu ülkenin en değerli metinlerinden biri. Yoksulluk,
işsizlik, istihdam, boşanma, aile bütünlüğü… Konularını içeriyordu. Gerçeğe dokunuyordu.
30 ilde bunu devam ettirdik. O gün Platin Dergisi geldiğinde kariyer planımı sorduğunda yok
cevabını verdim. Milletvekili olmak benim için bir kariyer hedefi değildi. Kamu düzeyinde Sivil Toplum Kuruluşları,
Ticaret Odaları var dedim. Buralarda bir ezber var ama
bunlar meslek odalarıdır. Asırlık odaların dönüştürülmesi gerektiğini düşünüyorum diye ifade ettim. Ben
buralarda var olmak istiyorum. 2002’de ki röportajım bunun üzerine yapılmıştı. Ben tesadüfen geldiğim
yerde değilim. Milletvekili olursun ama ben bunu tercih
ettim. Muhsin Yazıcıoğlu Genel Başkan Yardımcısı
olmamı teklif etmişti ama ben bu yolu tercih
ettim. Rahmetli Muhsin başkandan da
müsaade istedim. Politik taraf beni hiçbir zaman heyecanlandırmadı.
Siyasi hayatınız dışında
neler yaptınız?
2002’de ticarete başladım.
Türkiye’nin en büyük peyzaj müteahhitlik şirketlerinden birini
kurdum. Şirketimde 3000’e yakın kişinin çalıştığı dönemlerde
oldu. Ankara ve başka illerde
peyzaj müteahhitliği yaptım.
Kent temizliği, park yapma
projelerinde çalışmalar yaptım.
Kızılay’da bir restoran açtım ve
Rize’den anne ve babamı da Ankara’ya getirdim. Rizeliler bilir Aşiyan diye bir Karadeniz lokantası
açmıştım. Sonra baktım batacak,
annem gelip mutfağına girince kurtardı orayı. Rizelilerin kurtarıcıları hep
anneleri olmuştur. Şimdi sivil topluma gönül gerdim. 2014 Aralık ayına yılına kadar da aktif ticarete devam ettim.
2006 yılında evlendim. Eşimi Ankara’da tanıdım. Ankara Hukuk mezunuydu, avukatlık yapıyordu. Ben kendi mahallemin dışında biriyle evlendim. Bizim ideolojik yapıda olan insanlar
kendi mahallesinin ideolojilerinin içinde olanlarla mesela kadın kollarında çalışanlarla evlenirlerdi. Ben bunu tercih etmedim. Nedeni de o hiyerarşi içerisinde ki izdivaçlarda o ilk tanışma anındaki pozisyonu kollamadığınız zaman ailede de çok saygınlığınız olmuyor. O yüzden
başka mahalleden bir kadınla evlenmek daha mantıklı ve değerli geldi bana. Bizimkilerin ilk
gördükleri kadın, çalışma arkadaşları olduğu için bu şekilde evlenirler. Mecburiyet içindeki
ilişkiler çok başka bir şey. Ötekiyle evlenmem daha mantıklı. İlerde sorgulamayı sağlıyorlar.
Eşimin hala hem ATO’da ki hem de diğer unvanlarım umurunda değildir. Geçmişimi, şu an size
anlattıklarımı bilmiyor mesela. Eşim şimdi Alperen’i bilmiyor. Nizam-ı Alemi bilmiyor… Bunu değerli buluyorum. Üç oğlum var. Ömer Asaf, Ali Alp ve Oruç Hamza.
Ankara Ticaret Odası süreciniz hakkında neler paylaşmak istersiniz?
“Hemşerimiz Rahmetli Mesut Yılmaz Beyle çok geç tanıştım ve tanıştıktan sonrada kendisine hayran kaldım. Ben Rizeli bir hemşeri olarak tanışmadım onunla.
Onunla ATO seçimlerinde Melih Gökçek’in oğluna karşı savaş verdiğim için tanıştım.
Beni merak etmiş ve araştırmıştı. O şekilde tanışma imkânım oldu ve bana söylediği
değerli cümleleri asla unutamam. Çok da mahcup olduğumu, utandığımı hatırlıyorum. Övgüye değer bulması, o mücadeleyi veriyor olmamı takdir etmesi çok güzel
bir şeydi benim için.”
ATO’da ilk önce komiteye daha sonra da meclise seçildim. İlk başta muhalefetteydim. Buranın böyle yönetilmeyeceğini söylüyorduk. Ekiple beraber buna itiraz ediyorduk. O devam
ederken 2014 yılının Aralık ayında kötü bir tümörle tanıştım. Ağır bir süreç yaşadım. O süreç
hayatımı değiştirdi benim. Ticareti bıraktım, malulen emekli oldum. ATO’da da meclisteydim.
Bütün hayatı durdurdum. O süreçten sonra yeni bir hayatım oldu. Şimdi hiçbir şeyden vazgeçmeden devam ediyorum. Ölmeyince de hayata saldırma ihtiyacı duydum ve yeni bir alan
seçtim kendime. O dönemde ATO’da Melih Gökçek’in oğlu gruptaki insanları istifa ettiriyordu. Fetö’yü buraya getiren de bu yapılara sınırsız kaynak aktaran da Melih Gökçek’ti. Bize
rağmen getirmişti. Daha sonra da onlar gitsin diye bir tiyatro sergiledi ve bu tiyatrodan ben
çok rahatsız oldum. Buradaki deneyimlilerden ziyade gençleri örgütledik. Hayatında daha bir
fatura kesmemiş bir ergenin, Melih Gökçek’in oğlunun buraya başkan olması 100 yıllık odaya
ve 160 bin üyesine hakarettir diye bir kampanya başlattık. Tek oy alsak bile bu adamların karşısına çıkacağız dedik. İnsanlar yanımızda durmaya korktu. Herkes çok tedirgindi o zaman biz
yine de liste çıkaracağız dedik. ATO’nun şimdiki başkanı Gürsel Bey’e, “ağabeyi sen olursan
kazanırız” dedik. Orada da gerçekçi davrandık sonuç almaya odaklandık. Gürsel Bey aday
oldu ve biz de onunla beraber burayı kazandık. Şimdi tüm gücümüzle bu yapıda aktif olarak
görev almaya devam ediyoruz.
Babanızdan size sizden de çocuklarınıza kalacak en büyük miras nedir?
“Milyar dolarları olup insanların yüzüne bakamayacağım bir babanın oğlu da olabilirdim, itibarsız bir babanın oğlu… ama sıfır lirası olan makam şoförlüğü yapmış
itibarlı bir emekçi işçi babanın oğluyum.”3 bin kişiyi çalıştırdığım dönemlerde bugünün rakamlarıyla bakarsak 500-600 milyon
dolarlık sözleşmelerim oluyordu. Hala ben kirada oturuyorum. Evim o dönemde oldu ama
onlarda kendimi göremiyorum ve kirada oturmayı tercih ediyorum. Rahat hissettiğim yerde
yaşamak çok daha değerli. Çocuklarıma mülkiyet bırakmayacağım ama itibar bırakacağım.
Mülkiyet düşmanı değilim ben ama mülkiyet uğruna öğütülmemek gerektiğini düşünüyorum.
Mülkiyetsizlik itibarsızlıktan daha güzel. Kötü bir itibar bırakmadı ailem bana. Köydeki o çay
fabrikasının müdürünün makam şoförü çok itibarlı bir adamdı. Bu çok değerli bir mirastır.
Kırılma anlarınız hayatınıza ne değişiklikler getirdi?
“O gün Dedeman’da siyasi parti genel başkanlarıyla o toplantıyı yapmasaydım
bugün Süleyman Basa’yla beraber kurduğumuz Türkiye’nin değil Dünyanın en büyük katılımcı kültürüyle kurulmuş örgütü olan Ankara Kent Konseyi’ni kuramazdık.”
Sivas’ta toplumun değişik kesimlerini tanıma imkânım oldu. Babaannem 95 yaşında ben
Sivas’ta okurken beni arıyor ne yapıyorsun diye soruyor ben de şunlarla beraberim diyorum
Sivaslı, Malatyalı, Adıyamanlı… oğlum keserler seni diyor. Rize’nin dışında bir insan olduğunu
düşünmüyorlar, bilmiyorlar. Bir gün babaannemi bir kurum temsilcisiyle tanıştırdım. Bak dedim Kürt’tür bu. Öyle deme günahtır dedi. İşte böyle kapalı bir toplum içindeyken, toplumun
her kesimden insanı tanımak çok şey kattı hayatıma. 2005 yılında belediye kanunu 76. Maddesine dayanarak kurulmasına rağmen 2019’a kadar iyi bir örnek gösterememiş olan Ankara
Kent Konseyi bugün 1800 kurum kuruluş, üniversitenin içinde olduğu iyi bir örnek oldu ve Kanada’dan pek çok yere altın madalyalara layık görüldük. Katılımcı kültür temelliyiz. Efendinin
olmadığı birbirine kulluğun yapılamadığı herkesin görüşünü arz ettiği bütçesiz bir yer Kent
Konseyi. Benim kırılma anlarımdan biridir bu. İyi ki de bunu yaptık ve toplumun her kesimiyle
kucaklaştık. Bugün bu toplumda eskiden bakanlık yapmış, bürokrat olmuş birçok adam bugün okey oynarken dördüncüyü bulamıyor. İktidar gücü bittiğinde itibarsızlaşıyorsunuz. Kendinizle barışık yaşar ve bir hiyerarşi içinde olmazsanız her yerde saygınlığınız olur.
Hobileriniz nelerdir?
En gariban olduğumuz taraf bu. Cemiyet içinde koşarken hobileriniz gelişemiyor maalesef. Müthiş bir Türk Halk Müziği dinleyicisiyim ama Rizeli olup da kemençe dışında bir şey dinlemek garip görünür ama kemençe dışındaki eserlerden daha çok etkileniyorum. Tabii buna
Rize’de ihanet demezlerse. Kemençenin iyisini dinliyorum. Türküyle barışık yaşıyorum. Bir
dönem iyi bir futbol taraftarıydım. Rizeli olup Trabzonspor taraftarı olan birkaç kişiden biriyim
aslında. Önce Rizesporluyum ama büyük takım tutma ihtiyacı olursa Fenerbahçe değil Trabzonspor’u tercih ederim. Bu bile Rizeli olduğum için yargılanabiliyor. Bizim bölgedeki minibüsçü kamplaşmasının kentlerin ve coğrafyaların önündeki en büyük engel olduğunu düşünüyorum. Nedir alıp veremediğimiz? Annelerimiz birbirine benziyor, coğrafya aynı, kader aynı,
itirazlar aynı, kavgalar aynı… Ama Trabzon Rize birbirine düşman. Sivas’la Kayseri birbirine
düşman… Bu kadar saçma bir şey olabilir mi? Türkiye’nin her yerinde toplumu kamplaştırma
adına bu tür operasyonlar yapıldı.
Ankara’ya geldikten sonra planlarınızı gerçekleştirdiniz mi?
Yok. Hayata dair kariyer planlamam yok. Gelecek yıl ne olacak bilmiyorum. ATO’da başkan
olan bir ağabeyimiz var. Buradaki bütün seçim sürecini ben yönetmeye çalışıyorum. Benim
hedefim bir olmak değildir, en önde olayım bir olayım diye yola çıkmadım. Mutlu olmak için bir
olmanız gerekmiyor bir şeyi başarmanız gerekiyor. Hayatım boyunca böyle baktım. Sivas’ta
da bölge başkanı olandan daha fazla çalışırdım mesela. Sivas’ta cemiyetçilik yaparken herkes ideolojik dil kullanırken ben Zara’da tarım arazileri nedir buralarda kaç kişi çalışıyor diye
istatistik çıkarmaya çalışıyordum. İdeolojik dili konuşmaktan ziyade, oradaki durumu ortaya
çıkarmak daha değerliydi. Ben hedeflerime ulaştım. Hedef şu mu bakan olayım. Hayır! O ayrı
bir kariyer planı. Ben o eşiği geçtim. Bugün telefonumda 12-13 bin kişinin ismi var. Mülkiyetten
daha değerli bu. Ben biliyorum çocuklarımın başına bir iş gelse 81 vilayette aileleri var. Yeni
bir kariyer hedefim yok.
Rize için neler söylemek istersiniz?
“Her yerde hep önde Rizeliler var diyorlar. Ne münasebet! Kavgayı veren süreci
yönetir. Bu tür alanlarda kavga ederken kavganın en önünde olan insanların kendi
coğrafyalarında bunu yapamaması çok acı çok tuhaf geldi bana. Her yerde Rizeliyiz ama Rize’de o Rizeliler yok!”
Kabiliyetinin gereğini yapamamış bir coğrafyadayız. İnsan kaynakları bu kadar değerli bu
kadar cesaretli bir bölge varken bu denli az gelişmiş olmamalı. Özgüveni yüksekte, ülkenin sahibi sanıyoruz kendimizi. Ve toplum bize baskı kuruyor biz bu baskıyı satın alıyoruz. Her yerde
siz varsınız diyorlar biz de özür diliyoruz. Ne münasebet! Biz yokuz. Mesela, ATO’da seçildik ve
bir yetkili aradı bizi. Hiçbir tane Ankaralı yok mu yanınızda böyle olmaz hep Rizeli var dedi. O
güne kadar hiç merak etmedik seçilenler olarak nereli olduğumuzu. Kavgayı biz veriyorduk.
Kavgayı veren, süreci yönetir. Bütün güzellikleri yönetiyorsun ama kendi coğrafyanda kafa
karışıklığı var.
Lider meşreptir Türkler. Her 100 Rizeliden biri lider meşreptir mesela. Bakıyorsunuz seçtiklerimize, Rize’nin temsiline, gelişimine, proje üretimine… Türkiye’nin her yerine proje üretebiliyor ama kendi köyü için üretemiyor. Son dönem de Rahmi Metin gibi yüz akımız olan insanlarımız var. Geçmişte de oldu. Bu
insan kaynakları yetersiz. İyidere’de
Saffet Mete bir şeyler yapmak için parçalıyor kendini. Rize’de Rahmi başkan
yapıyor. Genç ve başaralı Milletvekilimiz
Muhammed Avcı nerede bir proje varsa
emek veriyor. Hasan Kartal üçe beşe
bakmadan kendi kaynaklarıyla bir şeyler yapmaya çalışıyor ama hep birlikte
ortak bir şey yapamıyoruz. Aynı anda
eyleme geçme kabiliyeti yok bizde. Bu
coğrafyada burs alamayan kimse kalmamalı mesela. Dışarıdaki kabiliyeti
kendi coğrafyamıza taşıyamadık. Bu tedirginliği ortadan kaldırıp hizmet etmek
lazım Rize’ye. İstanbul kulüplerini Rizeliler finanse ediyor ama kendi kulüplerine
dair fikirleri yok aslında. Bu kadar çok
sporu seven bir toplumda Rize bu işin
neresinde kalıyor? Rize sınıfta kalıyor.
Elinizde her şeyi değiştirecek
bir tuş olsa neyi değiştirmek isterdiniz?
Bir tuşla hayatın değişmeyeceğine
inanıyorum. Böyle bir tuş olsa normalleşmeyi sağlardım. Herkes haddini bilsin
sakinlesin. Türkiye’de başlıca sorun eğitim. Kalkınmada sorunumuz yok. İki yılda bir imar affının, vergi affının çıktığı bir
toplumda sağlıklı nesiller dürüst insanlar yetişmez. Dürüst olmamayı kurumsal hale getirmişiz biz. Buradan sağlıklı
bir nesil mi çıkar? İyi olanların namuslu
olanların cezalandırıldığı, hata yapanların işini yürütenlerin ödüllendirildiği bir
kamu yönetimini ahlak haline getirmişiz
biz. Devleti dolandıranın zeki olarak görüldüğü bir düzen var. Buradan sağlıklı
bir nesil çıkar mı? Dolandırmayı kabiliyet
ve zekâ olarak gören bir toplumda diğer sorunları tartışmamızın anlamı yok. Bir adam hırsızlık, yolsuzluk yapıyorsa dünyanın her yerinde bunun adı ahlaksızlıktır. Onun şöhret olmaması
gerekiyor.
RİZELİNİN BAŞARI ÖYKÜSÜ III
YAZARLAR: ALİHAN TELATAR & SELİM DENİZALP
Yorum Yapın