RİZELİNİN BAŞARI ÖYKÜSÜ III / Abdurrahman Uzun

Abdurrahman Uzun
“Rize’de doğdum, büyüdüm. Rahmetli babam 1984 yılında Rize’de mobilya
mağazası açmıştı. 1985 yılında Suudi Arabistan’a Umre ziyaretine gitmiş
geri dönerken Şam’da trafik kazasında hayatını kaybetmişti. Orada mağaza açmayı
düşünüyordu. Ben henüz 5 yaşındaydım. Babamın hatıralarımda kalan bir iki anısıyla
büyürken onun hayallerini gerçekleştirmiş olmanın da manevi hazzını yaşıyorum. Hayat
benim için çok erken yaşlarda başladı. İş anlamında ilk olarak hedeflediğim Rize’de fark
yaratan bir mağaza olma fikriyken bu hedef bizi dünyaya taşıyan, ihracat yapan bir
yola soktu. ZİVELLA markasını bir Rizeli olarak taşımak çok değerli bir duygu benim için.
Memleketimi doğduğum yeri kültürümü unutmadan yolculuğumuza devam ediyoruz.”
 Abdurrahman UZUN

 

Rize’nin en iyi mobilya markası olmayı hedeflerken dünyaya
açılarak ihracat yapan bir mobilya mağaza zincirine sahip olan
Abdurrahman Uzun, tasarımları ve farklı olma anlamında
yenilikçi bakış açısıyla büyümeye devam etmekte, Rize’nin
başarılı ve örnek alınan iş insanları arasında yerini almaktadır.
“Paradan önce itibar kazanmaya odaklandık” diyen UZUN,
çok genç yaşlarda çocukluğundan beri kurduğu hayallerini
gerçekleştirmek için yola çıkmış ve bu hayallerinden
vazgeçmemiş başarılı bir iş hayatına imza atmıştır. Türkiye’de
marka olmayı hedeflerken önce yurt dışında markasını
oluşturmuş, Zivella Mobilya Mağazalarının büyüme hamlesini bu
şekilde başlatmıştır. 2000 yılında Gürcistan’a yaptığı ihracatla,
ticari faaliyetlerini yurt dışına taşıdı. 2004 yılında Azerbaycan
Bakü’de mağaza açtı ve 6 yıl boyunca burada çalıştı. 2010
yılında Türkiye’ye dönen Abdurrahman Uzun, 2012 yılında
üretime odaklandı ve kendi fabrikasında üretime başladı. 2016
yılında Zivella markasını, tasarım odaklı bir kurum haline
getirdi. 36 ülkeye ihracat yapan bir mobilya mağazası oldu.
İletişimin gücüne inanarak hedef odaklı ve stratejik yaklaşımla
yol almayı seven Abdurrahman Uzun, oluşturduğu markasını
Rizeli girişimci bir iş insanı olarak dünyaya tanıtmaya devam
ederken, fark  yaratan tasarımlarla sektöründe de adından söz
ettirmektedir.
Sizi tanıyabilir miyiz?
Ben 1979’da Rize’de doğdum. İki erkek bir kız üç kardeşiz. Kız kardeşim Hümeyra erkek
kardeşim Aziz Uzun. Annem Aynur babam rahmetli Mehmet Ali Uzun. Çocukluğum Rize’de
Engindere Mahallesi’nde geçti. Çok erken yaşta babamızı kaybettik. Ben beş yaşındaydım.
Onun getirdiği boşlukta bir çocukluk dönemi yaşadık. İlkokulu Rize’de Engindere Mahallesinde okudum. O dönmelerdeki en büyük eğlencemiz okuma alışkanlığının hayatıma girmiş
olmasıydı. Çocukluğumun en keyifli tarafı da bu olmuştur. İlkokulda ayrıca tiyatro oynadım.
Ortaokulda okul yıllığını yapmıştık. Lisede okul gazetesini hazırlamıştık. Ortaokulu Mehmet
Akif’te, Liseyi Rize Lisesi’nde okudum. Okul dönemlerim keyifliydi. Okuldan dükkana, dükkandan eve giderdim. Amcalarımın yanında dururdum. Hepsi keyifliydi. Mahalle maçları da
olmazsa olmazlarımızdı. Üniversiteye hazırlanırken bir taraftan da dershaneye gidiyordum.
Annem okumama destek veriyordu ama bir yandan da üniversiteyi kazanmamı istemiyordu.
İş hayatında devam etmemi arzuluyordu.
“Tiyatroyu sevmiştim… Zaten meraklı bir çocuktum. Farklı alanlarda deneyim
edinmeyi seviyordum. Kitaplar da benim için öyledir. Dünyaya bakış açınız daha geniş oluyor. Farklı alanlarla ilgilenmek farklı düşünen insanlarla sohbet etmek size bir
şeyler katıyor. Lisedeki resim hocam hayatıma farklı ve yeni bir bakış açısı katmamda çok etkili olmuştur. Onunla beraber fotoğrafçılık ve yağlı boya dersleri aldım.
Hayatımın en dingin dönemi ve sanatsal anlamda kendime ilk kez bir şeyler kattığım
dönem olmuştur. Sanat kavramını o zamanlar deneyimledim. Her biri bir şeyler kattı
ve bugünkü Abdurrahman olmamda beni besledi.”
Lise son sınıftayken amcalarımdan ayrılıp halamın oğullarıyla ortaklık yaptık. Annem de
ticaretin içinden gelen bir ailenin kızıydı. Baba tarafım da öyleydi. O yüzden annem de bizim
ticaretle uğraşmamızı istiyordu. O vizyonun içinde olmamızı önemsiyordu. Hatta İstanbul’dan
dayımdan yüz tane tişört aldırtmış ve bizden onları satmamızı istemişti. Ben ve kardeşim Rize’de Bilsel Eczanesi’nin önüne tezgahı açtık ama bir taraftan da anne bizim ne işimiz olur tişört
satmakla diye isyan ediyoruz. Dayıma ne kadar para vereceğimizi öğrendikten sonra 50-55
tanesini satıp ana parayı çıkardık. Sermayeyi kurtarmış dayıya olan borcu ödemiştik. Sonra
satılan mallardan da bize kalınca tabii keyifli bir hale dönüşmeye başlamıştı. Kalan parayı annemize verdik geri kalan ürünleri de yine anneye verdik bunları da dağıt ama bizi bırak dedik.
20 yaşında askerlikten önce evlendim. Eşim okul arkadaşımdı. Yine başa dönsem yine
aynı kadınla evlenirdim. Tüm zorluklarına rağmen erken yaşta evlenmiş olmanın erkeğe yüklenmiş büyük bir sorumluluğu da vardı. Ben Bakü’ye giderken de eşim benimleydi. Zor şartlarda başladığımız bir hayat oldu ama sonrasında bizim için çok daha güzel oldu. Kızlarımız şimdi
16 yaşında. İş hayatımız gözleri önünde. Onlar da bir gün mimar olmak istiyorlar, bir gün doktor olmak istiyorlar… Yaşları itibariyle meslek seçme konusunda değişkenlik yaşayabiliyorlar
ama kızlarım yazları mağazada çalışıyor. İlerde güzel bir birlikteliğin içine hazırlanacaklar diye
tahmin ediyorum.
İş hayatınıza nasıl başladınız?
Babamızı erken yaşta kaybedince ailenin büyük oğlu olarak çocuk yaşınızdan
beri bir sorumluluk ile büyümeye başlıyorsunuz. Hayalleriniz planlarınız bu sorumlu-uk altında gelişiyor. Daha kararlı
adımlar ile büyüyorsunuz. Bir an
önce kendi ayaklarınızın üzerinde durma gayesiyle hayatınıza
dair pek çok şeyi hızlı ve erken
yaşamaya başlıyorsunuz.”
Baba vefat edince ve ailenin büyüğü olunca bir an önce iş hayatına
evlilik hayatına atılmış oluyorsunuz.
Küçüklükten beri iş hayalleriyle büyürken bu gelişmelerde de hızlanıyorsunuz ister istemez. Hayallerimde bile kuracağım dükkanın nerede
olacağını planlardım. Halamın oğlu
Mustafa Ağabey’le olan ortaklığımı
da askere giderken bitirdik. Ben askere birinci tertip diye gideceğimi
hesaplarken dördüncü tertibe kaldım. Bir sene daha ne yapacağım
derken hala oğlu Mustafa Ağabey
dükkanını taşıdı ve mevcut dükkanı
satışa çıkardığını duydum. Askerlik
işi de sene sonuna kalmıştı. Kendisine dükkanı almak istediğimi söyledim. Sağ olsun o da kolaylık sağladı dükkanı almış olduk. Ve
iş hayatına kardeşimle beraber başlamış olduk. Sonuçta bir yerden bir şeye başlamalıydım.
Evliyim askerlik daha olmamış…. 24 Şubat 1999 da ilk dükkanı Rize’de açtık. Kolay olmadı tabii.
O dönemde çekyat alıp satıyorduk. Fakat müşteriye çekyatı evine götürürken ve müşterinin
evi de üst katlarda olunca çok zorlanıyorduk çünkü onları taşımak da bize düşüyordu. Aziz
de daha 17 yaşındaydı. Böyle olmayacak, hamal tutalım dedik. Çek yattan 30 lira kazanıyorsak hamal bizden 50 lira istiyordu. Burada bir şey yanlıştı ve o işi o şekilde bıraktık. Masa
sandalye işine girdik.
Bugünkü şirketimizin bu durumuna germesinde farklı tasarımlarla dikkat çekmesinde o dönemlerin etkisi vardır. Farklı ürün getirme kısmında gayret gösterdik
ve karşılığını her zaman bulduk. Tasarımı yüksek bir şirket haline gelmemiz ve tasarımcılarıyla anılmamız bu kültürle oluşmuştur. O farklılık iş hayatının ilk yıllarındaki o
arayışla gelişti.”
Rize’de ilk dükkanı açtığımızda askerliğimi de ertelemiştim. 2000 yılı bizim ilk ihracata
başladığımız yıl oldu. 2003 yılında Azerbaycan’a ilk ziyaretimi yaptım ve orada mağaza kurma kararı aldık. Liseden iki arkadaşım vardı ve onlar da üniversiteyi bitirmişti gelin ortak olalım dedik. Ortak oldular bize. Daha sonra bir ortağımız ayrılmak istedi ve ayrıldı, Ali Al ile olan
ortaklığımız ise halen devam ediyor. 2004’ün başında da ben Rize’yi bırakıp Azerbaycan’a ilk
mağazayı açtım ve yurt dışında olunca askerliği de uzattım. Yurt dışı tescili devreye girdi ve
28 yaşında yurt dışında çalıştığım için bedelli askerliği yapmış oldum. 
Tabii o süreçte o heyecanla koşturuyoruz. Bir gün Rize’de bir ağabeyimiz benim dükkâna
Gürcü bir müşteri getirdi. Müşteri bizim sehpa ürünlerinden beğendi ve satın aldı. Ürünlerini
paket ettik gönderdik. Paketlerin içine ürün kataloglarını da koyduk. Ürünleri beğenirse yeniden bulsun bizi diye böyle bir şey yaptık. Bir zaman geçti. 2000 yılında yeni kurulmuş bir
şirkettik ve muhasebe programımız bile vardı. Sistematik bir yapı içinde gelişiyorduk. Bir gün
faks makinesi çaldı. Ama gelen yazıyı okuyamıyoruz. Nece yazılmış bilmiyoruz. Sonra bir tane
ürün kodunu fark ettim bizim sehpanın koduna benziyordu. Bizim katalogdaki ürünlerdi… Ardından bir telefon geldi tercüman aracılığıyla ürün istiyorlardı. Gürcistan’dan aramışlardı. İstedikleri ürünlerin listesini göndermişlerdi. O zamanın parası 1000 dolar para gelmişti. İlk kez
babadan kalan kasamda dolar vardı artık. Yurt dışına açılmamda bu olay etkili olmuştu.
“İlk yıllarımız… her şeyi hesaplayarak ilerliyoruz. Ama beni yanıltmayan bir şey
vardır. Bazen ayağın çekmez ve gitmek istemezsin ya da bir işi yapmak istemezsin.
Fakat fırsatları iyi okumak gerekiyor. Zarar yaparım dediğin yerden kâr ile dönebilirsin. İş hayatı bu riskleri kaldırıyor. O zaman önünüz açılmış oluyor. Bu konuda ben
de hiç yanılmadım.”
Biz 2000’li yıllarda ilk kez ihracata başlamış olduk. Gürcistan’da para batırmadan ihracat
yapan ender firmalardan biriyiz. Bunu görünce de yurt dışında ihracat hevesimiz arttı. Rize’de
bir gün Ticaret Odası’nın bir gecesi vardı. Ticaret Odasıyla Rusya’ya iş gezisi düzenlemişlerdi. Bir fuara katılacaktık. Kardeşim de o dönem askere gitmişti. Ben de dükkanda çalışan arkadaşlarımız olsa da yetkili olarak yalnızım. Yurt dışına da gitmeyi çok arzu ediyorum ama o
zaman bu gidiş geliş 400 dolar tutuyordu. Hesap ediyorum o paraya mal alıp satmak daha
karlı olur diyorum. Ama gitmek de gerekiyor. Arkadaşımı dükkana bıraktım ben de yurt dışına
gittim. Orada Rizeli iş adamları ile tanıştık. Ofislerine gittik. Baktım ofis eşyalarını Trabzon’dan
alıyorlarmış. Yeni bir de teklif gelmişti ben de ona kendi teklifimi verdim ve benim ofis ürünleri teklifimi kabul etti. Benden malzeme aldı ve o gün 400 doları düşünürken bu olayın bana
daha karlı bir şekilde döndüğünü gördüm.
Hayatınızda bir kırılma anı oldu mu?
Rize’de dükkanı açtığımız ilk gün... Bizim yaşımız genç. Para her türlü kazanılır
önce itibar için çalışmamız lazım 30 yaşına kadar bunun için çalışacağız dedim.
Para ondan sonra da gelir. Dükkan açtık ne yapacağız diye düşündüm ilk başta.
Hedef koydum kendime. Rize’deki en iyi mobilya aksesuar firması olacağız dedim.
Sonra Karadeniz, sonra Türkiye ve dünyaya farklı ürün ve tasarımlarla mal satacağız
dedik. Ben bu aşamaları daha da hızlı bir şekilde yaptım. Sıralamayı Türkiye’den
önce yurt dışı aldı. Bizim en büyük şansımız babamın hayallerini gerçekleştirmek
oldu. Babam 1985’te umreye gittiğinde orada bir mağaza açma düşüncesi vardı
ama dönüş yolunda Şam’da kaza geçirerek vefat etti. Bütün hayali oydu o hayal
farklı bir ülkede de olsa bize nasip oldu onun hayallerini gerçekleştirdik. Biz bu yaşımızda görünmez bir elin bize yardımcı olduğunu hep hissettik. Bu manevi bir his
belki ama buna inanmak işimize de hep yansıdı, hep güç oldu.”
Hayatımın kırılma noktası çok erken yaşta oldu benim için. Babayı çok genç yaşta kaybetmek bunun en önemli noktası. Hayata erken başlamış oldum. Azerbaycan’a gitme kararı
da bir dönüm noktasıydı. Riskti. Değişim noktasıydı. Ben oraya giderken 23 yaşındaydım ve
kardeşim de 20 yaşındaydı. Rize’yi ona teslim edip ben Azerbaycan’a gittim. İki arkadaşımla ortaklık yapıp kardeşimle beraber birbirlerine emanet ettim. İlk başlarda Azerbaycan’dan
Rize’yi hep takip ettim, bir elim hep oradaydı. Ama sanki bunların olacağını önceden tahmin
etmiş gibi Aziz daha askere gitmeden Ankara’dan mal almak için gidip gelmeye başlamıştı. İşi
erkenden hızlıca öğrenmesi, kendi becerisini kendi ismini ortaya koyması için genç yaşta bu
sorumluluğu almıştı. Zaten ondan sonraki süreci de gayet iyi yönetti.
“Bakü’de ilk mağazayı açarken o dönemin farklı vitrin konseptiyle fark yaratan bir
mağaza olmuştuk. Ben tüm paramı buna harcamıştım. Dükkanın açılışından bir gün
önce cebimde para kalmamıştı. Kaldığım yere yürüyerek gitmiş ertesi gün açılışa
yürüyerek gelmiştim.”
Bakü’deki süreci başlatmamız bambaşka bir dünya oldu bize. Bizim için de çok iyi oldu.
Yeni bir yönetim yeni bir ülkenin başlangıcında biz de o son vagona yetişmiştik. Tabii oradaki hemşerilerimizden ilk başta destek gördük. Bakü’ye gitmeden önce bölgede iş yapan
Rize’deki ağabeylerimizle istişare ettik. Oraya gittiğimde çok olumsuz söylemler de oldu. Bu
ürünlerden orada da var. Nasıl satacaksın, yapamazsın batarsın… dediler. Ama orada çok güzel bir mağaza açtık. Ülkeyi ve pazarı güzel analiz ettik. Mağazayı kurarken cebimizdeki tüm
parayı mağazanın dekorasyonuna harcadık ve mağazayı açarken cebimde bir dolarım bile
yoktu. Her şeyi mağazaya harcamıştım.
Bir tır malzemeyi getirirken tıra yarı parasını ödemiş ve buradaki firmalara Azerbaycan’da
mağaza açacağım, bu parayı dolara çevirin dolar olarak beklesin ama parayı almak için beni
sıkıştırmayın bununla alakalı durumum budur demiştim. Orada başarısız olursam size bu parayı öderim ama hızlı ödeyemem diye de eklemiştim. Malları o şekilde getirdim. Rize’deki işi
de riske atmamam gerekiyordu. Orada batarken burada batmamam lazımdı. Bakü’deki mağazaya Rusya’dan büyük camlar getirdim ve bir vitrin kurduk ki o dönemde vitrinli mağazalar
yoktu. Dükkanı açtık. Dükkanı açmadan önceki akşam yürüyerek eve geldim çünkü hiç param kalmamıştı. Diğer gün ilk gündü ve 400 dolarlık bir alışveriş yaptım. Ve anladım bunun
devamı gelir dedim. Çok uzun süre kalmam diyordum iş hayatımın geleceğini İstanbul’da devam ettirme arzum hep vardı. Bakü’deki dükkan duruyor. Onun başında da amcamın oğlu var.
Bakü Bölge Müdürü olarak onun başında. 2004’te mağazayı açtım ve 2010 yılının ortasında
da İstanbul’a döndüm. Dönüş yıllarında ikiz kızlarımın okul hayatları da başlayacaktı denk gelmişti aslında. İstanbul’a ortağım Ali benden önce 2008 de gelmişti zaten. Burada bir mağaza
açmıştık. Sonra onunla sırt sırta verdik ve üretime geçtik. Mağazaları büyüttük. Yurt içi ve yurt
dışında 220 çalışanımız var.
“Bakü’de kalırsam iyi bir gelir ederim param olur ama iyi bir iş adamı olamazdım.
Tüccar olarak kalırdım. O yüzden İstanbul’a döndüm. Kendi merkezinde tanınır ve
bilinir olmak zorundasın ki yurt dışında daha fazla yer edinebilelim. Yurt içi ve yurt
dışından tasarım ödülleri aldık. Kendimizi geliştirdik. Yurt dışı fuarlarında potansiyeli
arttırdık ve bugün 36 ülkeye ihracat yapıyor hale geldik. Şimdi hedefimiz ofis mobilyası sektöründe en çok ihracat yapan firma olmak.”
Hobileriniz nelerdir?
İş adamının hobilerinin olması güzel de hobiyi sürdürecek sabra ihtiyaç
var. Ben merak duygumu hiç kaybetmedim. Hala her konuda derinlemesine bir bilgiye sahip olmaya çalışırım.
Yeniliklere açığım. Kendi sektörümün
yanında girişimcilik sistemi üzerinde
bir arkadaş grubuyla çalışıyoruz. Erken
aşamadaki girişimlere hem mentor
hem de yatırımcı olarak destek olmaya çalışıyoruz. Bunun için bir yatırım
şirketimiz de var. Girişimcilerle bu paylaşımı yapmak müthiş bir duygu. Ben
genç girişimciyken ihtiyaç duyduğum
desteği şimdi onlarla paylaşmak beni
çok mutlu ediyor. İnsanların hayatına
dokunmak keyifli bir şey. Diğer şekilde
okumak hayatımın merkezinde. Seyahat etmeyi de çok seviyorum.
Bugüne gelirken en önemli
tecrübeniz ne oldu?

 
“Hayal etmek dua gibidir. Kapıları açar”
İnsan hayatında bir şeyi az bilebilir bir şeyi az yapabilir bir şeyi hiç bilmeyebilir. Ama iletişim kurma becerisi, empati gücü ve iletişim gücü yüksek olduğu zaman yapacağı işteki
her potansiyeli güç ortaya çıkarabilir. İş hayatımda gördüğüm bir şey var o da başarılı olan iş
adamlarının iletişim güçlerini çok iyi yönetebildikleri… Geriye dönüp baktığım zaman benim
bir şeyi çok iyi bildiğime dair iddiam yok ama insanlarla iletişimim hep iyi olmuştur. Bana en
çok katkısı olan şeyin iletişim olduğunu düşünüyorum. Tartışmasız şunu söyleyeyim insanın
düşünmesini sağlayan şey kelimelerdir. Kelime hazneniz ne kadar çok olursa düşünme ve
ifade etme ve iletişime geçebilme o kadar etkili oluyor. Bu yüzden kitap okuma çok tesirli bir
şeydir. Ben çocukken kurduğum hayallerin birçoğuna ulaştım. Amcamın bir lafı vardır, hayal
kurmak dua etmek gibidir. Sen konuşmasan bile içinden geçenleri Allah biliyor ve o fırsatları
karşına çıkarıyor. Ve ben onu çok net gördüm, yaşadım.
Rize’nin mobilya sektöründe bir markası olarak bundan sonraki
hedefleriniz nelerdir?
“Mobilya sektöründe Rize’den çıkan bir firma olarak bir markaya sahip olmak
Rizeli olarak çok keyifli bir duygu. Hem yurt içi hem yurt dışında marka olmak bunu
bir Rizeli şapkasıyla taşımak tarifsiz…”
Biz İstanbul merkezli bu sektörde en çok ihracat yapan firma olmak için çalışıyoruz. Türkiye mobilya sektöründe büyük bir ihracat ilerlemesi kaydediyor ama ofis mobilyası sektöründe biz bunu başarmak istiyoruz. Farklı sektörlere de girebiliriz. Gelişime değişime açık bir
firmayız. Amerikalılar mobilya ithalatı konusunda çok güçlü ihracatta ise en güçlü ülke Çin.
Dünya ölçeğinde baktığımızda mobilya pazarında çok küçük bir payda Türkiye’ye ait. Amerika mobilya ithalatının %10’nu Türkiye’ye yönlendirse Türkiye’de oturacak sandalye bulamayız. O kadar büyük bir pazara sahip. Bu ölçekte biz de firma olarak büyüme stratejileri içinde
ilerliyoruz. Şu an Londra’da da bir şirketimiz var.
Bu ilerlemeyi yaparken de kendi kültürel değerlerimizi göz ardı etmemeye gayret gösteriyoruz. Mesela, biz yıllarca Azerbaycan’da müşterilerimize Rize’den hediyelik çay paketleri
yaptırıp hediye ettik. Çay bizim orada yetişir ve biz memleket odaklıyız. Bunu elbette yaşatmak gerekiyor. Bu kültürü taşımak çok başka bir sorumluluk. Azerbaycan’da birçok müşterimiz gelip bizden Rize çayı istedikleri de olmuştur. Aynı şeyi İstanbul’da da yaşattık. Bunu
sürdürdük. Anlamlı bir şekilde köklerimize vurgu yaparak bunu sürdürdük.
“Azerbaycan’da bizim yanımızda on bir yıl çalışmış arkadaşımız şirketten ayrıldı kendisine bizim sektörde mağaza açtık ve ona ortak olduk, sermaye desteği
sağladık. Arkadaş kendi işinin patronu oldu ve o işte beraberiz. Şirkette beş yılını
doldurmuş her çalışanımıza aynı vaadi sunuyoruz. Ayakları yere basan bir projeyle
gelin finansal anlamda desteğe hazırız diyoruz. İş üretin bize satın başkalarına satın
noktasında bir vizyona sahibiz. Paylaşmayı öğrenmemiz gerekiyor. Bu bizim iş kültürümüzün bir parçası oldu.”
ZİVELLA ismi nereden doğdu?
Azerbaycan’a gittiğimde ilk bu adı orada kullandık. Dükkan açacağız ama insanların bir
İtalyan merakı ve hayranlığı olduğunu biliyoruz. Rize’den gelmişiz ama yöresel bir adla marka
değerini yurt dışına taşımanız zor. Oradaki toplum yapısına uygun dikkat ve ilgi çeken bir marka olmalıydık. İtalyancayı anımsatan bir isim olsun dedik. İstanbul’da Rizeli bir arkadaşımın
ajans geçmişi vardı. Bana birkaç isim çalıştı. Z keskin bir harfti. Zivella olarak yapalım dedik.
Başladık. Kelime anlamı itibariyle bir anlamı yok.
Dışarıdan bakınca Rize’yi nasıl görüyorsunuz?
“Bu şehir inanılmaz insan hikayelerini çıkarmaya devam edecek bir şehir. Bizim
genlerimize işlemiş bir mizaç yapımız var ve bu bizi biz yapan önemli bir detaydır.
Rize’nin pratik zeka yapısı güçlü bir potansiyeli barındırıyor aslında. Bu da hayata
yansıyor.”
Hep bir özlemle görüyoruz açıkçası. Kendi içinde müthiş bir potansiyel barındıran bir şehir
olarak görüyorum. Rize içinde bulunduğu coğrafi yapıyla kendi içinden müthiş yetenekler müthiş hikayeler çıkarmaya devam edecek bir şehir. Belli bir noktadan sonra şehir coğrafi olarak da
üretim olarak da sınırlanıyor ister istemez. Şehrin imkanları noktasında coğrafi konumu olarak ve
insanların genel durumu olarak şikayet edilen şeyler var ama bu etkilerden dolayı ortaya çıkan da bir başarı var. Hem Rize’ye hem ülkeye değer katan insanların çıktığını görüyoruz. Mevcutta bir sürü
arkadaş var. Bizden sonra da birçok arkadaş çıkacak.
Gelecek kuşağa ne önerirsiniz?
Türkiye’deki birçok yerde iş hayatında çalışan
hemşerimiz olan arkadaşlarda gördüğümüz bir
şey var ki bulundukları yerde hangi meslekte olursa olsun bir şekilde parlıyor ben buradayım diyor.
Bireysel anlamda özgürlüğüne düşkün ve pratik insanlar olarak yetişiyoruz bu bölgede. Bunu bilgi ve
deneyimle desteklersek müthiş cevherler çıkabilir.
Analitik zekaya sahip bir coğrafyaya sahibiz. Bu yeteneklerin biraz gelişip doğru yönlendirildiğinde enteresan şeyler çıkacağına inanıyorum.
Ben Rize’de doğmuş büyümüş biri olarak o dönemde yaptıklarımıza bakıyorum. O şartlarda neler
yapabilmişiz… Şimdiki gençlerin, teknolojinin geliştiği bu yüzyılda alt yapısı da buna göre şekillenen
bir ortamda acayip şeyler üretecek bir potansiyelin
var olacağına inanıyorum. Dünyayı algılama şekli
de farklılaşmaya başladı. Bizim de buna uymaya
ve etkileşimde olmaya ihtiyacımız var. Öyle olmamız gerekiyor. İş yerinden, mekansız bir iş hayatının oluşmaya başlayacağı ve insanların özgür bir biçimde iş yapabilme durumuna geleceği
günlere gidiyoruz. Buna bakınca hesap vermek istemeyen bir Rizeli için bundan güzel bir şey
olamaz? Girişimci ruhu sayesinde ya yaptığı işin en başında olacak ya da kendi işini kuracak!
Her ne kadar pratik zekanın sosyal medyanın olumsuz etkilerinden kaynaklı bu dünyada yok
olmuş gibi görünse de bu bizim genlerimizde var. O tetiklenir. Dünyaya entegre olabilecek ve
mekansız işleri yürütecek gençlerimizin ortaya çıkacağını düşünüyorum.
Elinizde sihirli bir değnek olsa neyi değiştirmek isterdiniz?
Öyle bir sihirli değnek yok, olmayacak da. Olsa sorun kalmaz. Bu dünyada önce kendimizi
çevremizi tanımamız lazım. Şehrini ülkeni toplumu… Zamanla insan da değişiyor ve sakinleşiyor öfken azalıyor. Tahammül düzeyin artıyor. Ben bir anda hop diye bir şeylerin düzeleceğine inanan bir insan değilim. Bugün koca bir ömrü bir amaç uğrana yaşayan insanlar var. Belki
de en büyük eziyetleri çekmiş bir insandır ama mutludur çünkü hedefinde ve mücadelesinde
hayat sürmüştür. Bir tarafta da teknesi yatı villası var ama hala mutsuz insanlar var. Bu hayata
bakışınızla alakalı. Sihirli değnekler yok ama en büyük sihir insanın kendi hedefleri ve hayata
bakış açısıdır bu pek çok şeyi halleder. Kendine inanmak. 
Rize’ye gittiğinizde neler yaparsınız?
Başıboş sokaklarda dolaşıyorum iş yapan arkadaşlarıma uğramak selam vermek bana
iyi geliyor. Sanki Rize’ye aç geliyoruz ve yemeğe doyamıyoruz. Rize’nin kültürel yemeklerine
hasret gideriyoruz. Zaten annem kardeşim burada. Kağıt üstünde Rizeli olarak kalmak istemiyorum. Buradan vazgeçmek gibi bir düşüncem yok.
Unutamadığınız bir anınız var mı?

 
21 yaşındaydım… Bir müşterimi ziyarete Gürcistan Tiflis’e gittim. Ne yapıyor ne ediyor bir
göreyim dedim ve o tarafı da merak ediyordum. Müşterim bu ürünleri nereye satıyor diye
de ayrı bir merakım vardı. Büyüklerimiz vardı onlarla ben de gideyim dedim. O zamanki Tiflis
Batum arasında Acara ayrı bir bölgeydi ve yollarda bir sürü barikat ve polis noktaları bulunuyordu, sıkıntılı bir dönemdi. Geri dönüş yolunda Tiflis’ten Batum’a gelene kadar 24 polis noktasında durduk. Bunaldık artık. Bir tanesinde de durmayalım yeter dedik ve bastık gaza. Giderken arkamızdan kalaşnikoflarla polisler takibe geldiler. Öyle heyecanlı bir şey yaşamıştık.
Azerbaycan’da iş hayatına başladığımızda adamın birine masa sandalye verdik. Ankara’da yaptırdık getirdik ama rezil bir mal geldi. Adamı çağırdık bu şekilde veremeyiz dedim.
Adam geldi gördü ama gelen mal bizim gösterdiğimizden farklıydı. Paranı iade et dersen
hemen yaparım ya da müsaade verirsen bir aya kalmaz aynı ürünleri getiririm dedim. Adam
hiç böyle bir şey beklemiyordu. O adama o çöp ürünü vererek yaşayacağı memnuniyetsizliği
görmeyi asla istemiyorum. Yenisi yaptırıp getirdim. Elimde kalan kötü malı da eş dostlarını
yönlendirerek sattırdı bana ve o beğenmediğimiz ürünler elimizde de kalmadı. Ve o adamla
çok iyi dost olduk. O adam oradaki önemli bir kurumun başındaki adammış. Bir şey lazım olduğunda bana yönlendirmeye gidin Zivella halleder demeye başlamıştı. O tür hikayeler çok
kıymetliydi benim için. Bir güven ilişkisi olmuştu.
Bir müşterimiz de bir kurumda genel müdür olarak çalışıyordu. Daha sonra bakan olmuştu. Kendisine iş yeri için bir tane koltuk vermiştik. Ahşap kollu ofis koltuklarının da standart
sorunu kollar masaya değer ve kollar çizilir. Genel müdür müşterimiz koltuğu kullandıktan bir
müddet sonra telefon açıp koltuğun çizildiğini söyledi. Biz de hemen alıp tamiratını yapıp geri
gönderdik. Bu devamlı oldu ve bir süre böyle devam etti. En son telefon açıp para isteyin
böyle devamlı olmaz diyordu. Tabii para almayı kabul etmiyorduk. Aradan zaman geçti ve bakanlıktan bizi ihaleye davet ettiler. Biz de şaşırdık bakanlıktan bizi niye çağırsınlar! İhaleyi bize
verdiler. O güne kadarki en büyük işti bizim için. Bir taraftan da hikâyeyi anlamaya çalışıyoruz.
Meğer müşterimiz olan genel müdür bakan olmuş ve mobilya ihtiyacından dolayı bakanlığı
bizim mağazaya yönlendirmiş. Mobilyaları bizden almaları için… Oranın büyük işini yapmıştık.
İletişim işte çok önemli bir değer.
Dedenizden size sizden de çocuklarınıza kalacak en büyük miras nedir?
“Merhametli olmakla enayi olmak arasındaki çizgiyi iyi görmek gerekiyor. Merhamet insana dokunabilmektir. Empati gücünün hayat bulmasıdır.”
Babamın babası rahmetli dedem, iş hayatımıza hazırlanırken ve biz büyürken bize hem babalık hem dedelik vazifesi yaptı. Rahmetli dedem vefat ettiğinde benim babam iki kere vefat
etti dedim. Bir tarafta tanımadığım bir iki anısıyla
hatırladığım bir adam var, diğer tarafta gençliğimde delikanlılığımda bana eşlik etmiş bir adam
vardı. Dedem iş hayatımızdaki genel değerlerimize ahlak yapımıza çok etkili olmuştur. Allah razı olsun. Paylaşmayı yardım etmeyi onunla öğrendik.
O bu kültürü içimize yerleştirmiştir. Onun hayata
bakış açısı felsefesi birçok noktada bize sirayet
etmiştir.
Rahmetli dedemin bize anlattığı çok önemsediği bir bakış açısı vardı. İnsanların gönlünde
yer edinebilme. Merhametli olmayı çok anlatmıştır ama merhametli olun enayi olmayın derdi.
Çalışkanlığı azmi bize gösterdi. 93 yaşında vefat
etmeden bir hafta önce İzmir’de mandalina dikiyordu. Ömrünün sonuna kadar çalışmayı seven
boş durmayı sevmeyen bir adamdı. Biz de bunları görerek büyüdük. Çocuklarımızda bizden görerek büyüyor.
Farklı tasarımlara imza atan
Abdurrahman Uzun’u nasıl anlatırsınız?
Bütün bunların yanında müthiş anlamda da
itidalli biriyim. Planlamasını yapabilen bir adam oldum. Körü körüne hiçbir risk almadım. Evet
farklı olmak anlaşılır bir durum. Farklı düşünmek fark yaratmak benim için önemli bir şey. Heyecanlı ve meraklıyım bunun yanında. Strateji kavramını da severim. Bunlar adım adım yaptığım şeylerdir. Bütün bu hamurun mayasını birleştiren de iletişimdir. İletişim gücümün yüksek
olduğuna inanıyorum. Bu hayatıma yansıyor.
Kardeşiniz Aziz Uzun’u anlatır mısınız?

 
“Biz küçük yaşlarda babamızı kaybettik. Kardeşimle aramda olan bağ çok daha
güçlü duygularla birbirine bağlandı. Biz gerçek anlamda bir yol arkadaşıyız.”
Bizim ilişkimiz ağabey kardeş ilişkisi değil. Onun ayaklarının üzerinde duran bir birey olarak olması en büyük arzum ve hayalimdi. Bunu görmek bana da gurur veriyor. Birbirimizin
gelişimine ciddi katkılar sağladık. Kardeş olmamıza rağmen ikimizin mizacı başkadır. O daha
oturaklı bir adamdır. Daha sağlamcıdır. Mesela ben satışçıyım, pazarlamaya da hakimim o satın almacıdır. İlişkilerinde çok net ve sağlam duran bir adamdır. İş ve sosyal hayatında kendine
ait bir yer edinmiştir. 

RİZELİNİN BAŞARI ÖYKÜSÜ III
YAZARLAR: ALİHAN TELATAR & SELİM DENİZALP


Yorumlar

Yorum Yapın