RİZELİNİN BAŞARI ÖYKÜSÜ III / Hüseyin Bıçakçı

Hüseyin Bıçakçı
“Dünyadaki tek adresim hep Rize oldu. Eğitimim iş hayatım başka şehirlerde
devam edebilirdi. Bunun için imkanlarım da oldu ama memlekette kalmak
daha önemliydi. Anavatan Partisi döneminde Mesut Bey’le Türkiye’yi gezdik. Bu bana
sadece siyaseti öğretmedi. Rize için neler yapabileceğimi görme şansı da verdi. Rize’ye
ilk marketi ilk kozmetik dükkanını açmam da bu gezilerin önemi büyüktür. Rize’ye ilkleri
taşımak ve bir köprü olmak benim içinde ayrı bir değer. Gelişmelere yeniliklere açık
olmak ve bunu Rize’ye taşımak hayatımda ki önemli dönemeçlerden biri oldu.”

 Hüseyin BIÇAKÇI

 

Sizi tanıyabilir miyiz?
5 Eylül 1957 yılında Rize Merkez Üçkaya köyünde doğdum. Ben
ilk çocuğum. Babam Yaşar Bıçakçı, uzun süre Ortapazar çay fabrikasında baş puantörlük ve sendika başkanlığı yaptı. Annem Gülbahar
Nafiye Bıçakçı, ev kadınıydı. Anne ve babam şu an Rize Merkez’de yaşıyorlar. Biz beş kardeşiz. Dört erkek bir kız kardeşiz. Kardeşlerimden
Kemal Bıçakçı ALARKO’da Genel Müdür muavinliği yaptı, şu an emekli
ve bazı şirketlere danışmanlık yapmaya devam ediyor. Bunların içinde
eski Belediye Başkanı Halil Bakırcı’nın şirketi de bulunuyor. Kız kardeşim Aysel Bıçakçı İstanbul’da yaşıyor eşi diş doktoru. Spor camiasından da tanıdığınız kardeşim Aziz Bıçakçı yıllarca top oynadı, şimdi gıda
işiyle uğraşıyor. En küçük kardeşim Metin Bıçakçı ise Çaykur’da İşletme ve Üretim Dairesi Başkanlığını yürütüyor.
Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Bizim gençlik dönemimizdeki şartlarla bugünkü şartlar aynı değildi. O zaman ki şartlarda köyde yaşıyorduk. Akşama kadar bahçelerde
orada burada oyun oynar zaman geçirirdik. Anne babamız akşam olmadan evde olacaksınız, derdi. Bütün enerjimiz zaten tüm gün toprağa veriyorduk. Akşam eve geçiyorduk. Kardeşler arasında çocukluk
yaramazlıkları olurdu. Kız kardeşimizi fazla hırpalardık diyebilirim. Tek
olduğu için olabilir. Şöyle bir durum var, çocukken o zamanlar köyde
bir sergi yapmıştım. Tahtanın üzerinde çikolata falan satıyordum. Kız
kardeşim benden habersiz gece olunca sergimdeki çikolataları toparSiyasetin içinde
uzun yıllar görev
almış, Rize’de
şehrin gelişimine
katkı sunmuş ve
önemli görevleri
üstlenmiş
bir isim, bir
memleket
sevdalısı. Onun
deyişiyle; “Saflar
Rize’yi terk etti
ama kurnazlar
burada kaldı”
diyerek esprili
kimliğini hiç
bırakmayan
hayata bakış
açısıyla şehrinde
ilklere imza atan
renkli ceketli
adam, iş insanı
Hüseyin Bıçakçı…

layıp yiyordu. Sabah bakıyorum ki satacağım çikolatalar yok! O zaman bundan dolayı çocukluk aklıya tabii kız kardeşimi hırpaladığım olmuştur.
Babam zaten çalışan biriydi, biz daha çok annemle beraber zaman geçirirdik. Çay toplayarak aileye yardımcı olurduk. İneğimiz de vardı onlara da bakardık. Daha çok anneyle büyüdük. Babamla evlat baba ilişkisi değil de kardeş ağabey ilişkisi içinde bir iletişimimiz vardı. Demokrat bir insandı. Annem zaman zaman babama serzenişte bulunurdu. Ya senin çocuğun
mu olmadı baba gibi olsana nedir bu arkadaşça tavır, derdi. Babamın bize tepki gösterdiğini
hiç bilmem ama sadece babamın iş aletlerini hor kullandığımızda fırça yerdik. Diğer türlü oldukça sakindi.
Benim dedem yedi kere evlendi. Bu yedi evlilikte sadece erkek çocuk olarak babam oldu.
Dedemin yedinci hanımından bir kızı olmuştu ondan önceki hanımından kız çocuk doğduktan
sonra, babam oldu. Benim iki tane babaannem vardır diyebilirim. Hep onlarla büyüdük.
“Çocukken bir tane tokalı naylon ayakkabım vardı. Onu gündüz giydikten sonra
akşam alırdım yıkardım ve karyolanın altına koyardım ki kapıdan çalmasınlar. Sabahtan alır yine giyerdim. Çok kıymetliydi. Bugünkü gibi oyuncaklar da yoktu tabii. O
zamanlar Trabzon lastiğine biz hamal lastiği derdik. Yük işlerinde uğraşanlar giydiği
için böyle denirdi. Babam bize onlardan giydirmezdi. Annem kot pantolonu aldığında iki gün ağladığımı bilirim niye kumaş almadı diye. Kot şimdiki gibi değerli değildi.
Değersiz görürdük.”
İlkokulu Ortapazar’da okudum. Ortaokulu o zamanki adıyla Rize Lisesinde okudum. Sonrasında Sanat Okuluna geçtim. Birinci sınıfta çok başarılı bir öğrenciydim. Ders ortalamam,
ortalamanın çok üzerindeydi. O zamanlar Amerika’nın Türkiye’de açmış olduğu teknisyen
okulları vardı. Toplamda 31 kişi (Samsun Trabzon Ordu Giresun dahil) Trabzon’daki Endüstri Meslek Lisesinin içinde olan tekniker okuluna kaydolduk. Normalde oradan mezun olanlar
yüksek okul mezunu sayılıyordu. Çünkü liseyi dört yıl okuduk. Bu okulları Amerika açmıştı ve
bizler mühendisle taşeron arasında ki köprü görevini yapacak elemanlar olarak yetişiyorduk.
1974 yılında o zaman ki Başbakanımız Bülent Ecevit’in döneminde bizim okulumuz teknik
liseye çevrildi. Yüksek okul mezuniyet imkanımız elimizden alındı ama Trabzon’dan mezun
olunca da sanat okulu, lise ve teknisyen olarak üç diploma verdiler.

Okul hayatınızdan sonra neler yaptınız?
“Sağ sol çatışmalarının yaşandığı zor yılların çocuklarıydık. Ailelerimiz tedirgindi. Öyle ki, Çaykur sınavını dereceyle
kazanmış olmama rağmen burada göreve başlayamadım.
Babamın korumacı tavrıyla kazandığımı ve hatta tayinimin
çıktığını çok sonradan öğrendim. O zaman Türkiye’nin
şartları zordu. Babam evde devamlı karyolamın yerini değiştirirdi. Bir o köşede bir bu köşede karyolamı bulurdum,
yeri hiçbir zaman sabit kalmazdı. O zamanlar sağ görüşlü
olarak bilinirdik çünkü demokrat bir ailenin çocuğuydum.”
Trabzon’u bitirince Çaykur’un imtihanına girdim ve yazılı da
99 sözlüde 98 puan aldım. Beni Selimiye Çay Fabrikasına tayin
etmişler. Orada sol görüş hakimdi.
O zamanlar ülkede sol sağ çatışmalarının yaşandığı zorlu
dönemlerdi. Bundan dolayı babam benim tayinimi eve getirmedi. Benim oraya gitmemi istemedi. O arada Nihat Mete’nin de
gücüyle Rize’de Meslek Yüksek Okulu açıldı. Bu okul Çaykur’a
eleman yetiştirecekti. Ben ise Hacettepe Üniversitesine kaydolmaya gidecektim ama babam Rize’de ki okula kaydolmamı
istedi. Burayı bitirince Çaykur’a girersin, dedi. Oysa ben zaten
kazanmışım ama bundan haberim yok. Babam göndermemiş.
Sonuçta, Rize’de Meslek Yüksek Okulunda Gıda Teknoloji Bölümünü bitirdim.
Rize Meslek Okulundan çok zor şartlarda mezun oldum. Okulumuz tamamıyla sol sağ çatışmasının olduğu yıllarda faaliyet
veriyordu. Ben kendimi bildim bileli şakacı bir insanım. O zor şartlarda bile bu huyumdan vazgeçmezdim. Hoca bir gün kürsüye çıktı, bu tartışmalardan dolayı
öfkelenmiş, siz ne yapıyorsunuz kendinizi ne sanıyorsunuz burayı üniversite mi sanıyorsunuz
diyerek bize serzenişte bulundu. Ben de söz alarak hocam burası KTÜ’den bile daha yüksektir dedim. Hoca şaşırdı bozuldu ne diyorsun oğlum dedi KTÜ dört yıllık bir üniversite siz burada iki yıllık okul okuyorsunuz deyince hocam orası üç katlı ama burası dokuz katlı o yüzden
bizim okul daha yüksek diyerek espri yaptım.
Eğitim hayatım bittikten sonra aşk hayatım başladı. Okulu bitirince teyzemin kızıyla evlendim ama ondan önce bir kız arkadaşım vardı. O arkadaşı da bana şimdiki hanımım, teyzemin
kızı ayarlamıştı. Aramızdaki köprü oydu. Bir gün kendi kendime düşünürken neden teyzemin
kızıyla değil de bununla görüşüyorum dedim. Teyzemin kızına ilgi duymaya başlamıştım. Zaten Trabzon’da da okurken bana mektup yazardı onları saklardım. Tabii o zamanlar kuzenim
olduğu için yazardı. Hanım dokuz kız bir de erkek 10 kardeştiler. O zaman ki baldızıma parola olsun diye dizbağ diyordum, kimse anlamasın, anlaşılmasın diye. Bu düşüncemi hanıma
söyleyince önce beni bir tehdit etti. Bir şeye girişiyorsun sonradan vazgeçersen sonunu sen
düşün dedi. Şimdi bunu kabul etmiyor ben söylemedim böyle bir şey diyor ama bana o zaman bir ayar vermişti. Arkadaşıma ayıp olur diyordu ve hemen kabul etmedi. Ama ondan hoş-
 
landığımı söyledim. Sevdiğimi söyledim.
Neticede arkadaşından hoşlanmıyordum.
Teyzemin kızı olduğu içinde zorluk çıkarmadı. Kızları hep biz bulduk ailem istedi.
Anne babamız bize hiç kız bulmadı. Hepimiz kendi tercihlerimizle yuva kurduk.
Köyde düğün yaptık. Düğün pazar günüydü ve pazartesi günü de işe gittim. O
zamanlar öyleydi, balayı diye bir şey yoktu. Üç çocuğum oldu, iki oğlum bir kızım
var. Büyük oğlum bilgisayar mühendisi,
küçük oğlum siyasi bilimler ve uluslar arası ilişkiler mezunu ve kızım da bankacılık
mezunu. Büyük oğlum Yalova’da, beraber
çalışıyorduk ama Rize’de istikbalim pek
parlak değil ben seni bırakmak zorundayım dedi. Yapacak bir şey yok kabul ettim.
Küçük oğlum Ankara’da inşaat işlerinde
çalışıyor. Eşi de HSYK’da çalışıyor. Sekiz
torunum var bir tane de yol da. Eşim Hacer Bıçakçı, ona da teşekkür ediyorum.
Benim bugünlere gelmem de çok katkısı
vardır. Küçük çocuğum olduğunda ben
ona bir espri yaptım. Siyasette aktif dönemlerimiz vardı ve çoğunlukla Ankara’da
kalıyordum. Türkiye’yi geziyorum. Geldiğimde nereden buldun bu çocuğu diye
takılmıştım. Çocuklar anneleriyle büyüdü. O zaman tabii bugünkü şartlar yok.
Evlendikten sonra askere gittim. Burdur’da kısa dönem askerlik yaptım. Benim iki önemli
askerlik anım var. Askere gidince üçüncü gün başım şişti kulaklarım resmen ters döndü. Komutanım dedi ki oğlum sen beyin kanaması oluyorsun (!) Beni Isparta’ya askeri hastaneye
sevk ettiler. Hemen babama telgraf çektik. Burdur’dan Isparta’ya geçiyoruz. Araba çok eski.
İki de bir su kaynatıyor. Komutan aşağı iniyor arabaya dayanıyor bende ayıp olmasın diye
aşağı iniyorum. Çekiniyorum. Komutan, laz oğlu başımıza bela oldun diyordu. 50 km lik yolu
üç saatte gittik. Hastanede doktorun yanına geçtim neyin var dedi tam anlatacaktım bana
öyle bir kızdı ki dışarı çıkmamı istedi. Derdimi anlatamadan dışarı çıktım. Komutanım ne oldu
diyor ben de böyleyken böyle dedim. Komutan da bana kızmaz mı! Çünkü doktora komutanım dememiştim. Tekrar odaya gittim bu defa komutanım diye hitap ettim. Derdimi anlattım.
Allah’ın lazı güneş başına vurmuş şişmiş başın beyin kanaması diye geliyorsun, diyerek bana
üç gün istirahat verip geri gönderdi. Geri döndük. Askeriyede çay ocağının olduğu yerde istirahat ediyorum. Başka bir Komutan gelip beni yatarken görünce asker yatar mı diye kızıp
bana oradaki bardakları yıkattırıyor. Bir taraftan da başım beni tartıyor. Fena halim var. İtiraz
etme şansın yok. Mecbur yapıyorum.

Askerde Adnan Akmehmet beyle tanıştım o da beni her pazar Antalya’ya güneşlenmeye
götürüyor ama zaten güneşten başım yanmış. Bu yetmiyormuş gibi bir pazar da komutana
yakalandık. Antalya’ya güneşlenmeye mi geldiniz diye bize üç hafta sokağa çıkmama yasağı
verdi.
“Askerlik bayrama denk geldi ve bize 24 saat izin verdiler. Gidiş gelişle dört gün
izin. Hesap ediyorum Rize’ye geleceğim merhaba deyip geri döneceğim hiç zaman
kalmıyor. Otobüslerde bilet yok sağ olsun Adnan ağabey bana biletini verdi. Ben de
akşam dokuz gibi Rize’de köye gittim. Kapıyı annem açtı şaşırdılar tabii. Ben de hemen hanımı sordum nerde diye meğer o da ben yokum diye babasının evine gitmiş.
O zamanlar telefon yok ki önceden haber verelim. İznim de yok. Eve gitmişim hanım
da yok. Ertesi gün sabah gerisi geri askere dönüyorum.”
Askerlik bitip döndükten sonra Adnan ağabey beni yanına kendi un fabrikalarında satış
müdürü olarak aldı. Adnan beyin şirketinde un satmaya başladım. Altıma araba verdiler. O
zaman devlet memuru bir lira alırken ben beş lira alıyordum. İyi kazanıyordum. Aldığım her
paradan para biriktiriyordum. Beş yıl Adnan beyle beraber un fabrikasının satış müdürlüğünü
yaptım. Babam emekli olduktan sonra hac dönüşü köyde bakkal açmıştı. Onu da un bayisi
etmiştim.
“Doğan Ticarette pazarlama yaparken Çamlıhemşin’e gidiyordum. Bir tane kravatlı takım elbiseli bir adam sanayağı var mı dedi. Evet var dedim ve fiyatı da 115
lira diye ekledim. Adam hemen kelepçe çıkardı ellerimi bağladılar. Meğer sanayağı
Bakanlar Kurulu kararıyla satılıyormuş. Fiyatı da 95 liraymış. Biz karaborsa satıyormuşuz. Haberim yok. Patron dememiş. 12 Eylülden önce oluyor bu. Bizi içeri attılar.
Şirket avukatı geldi kurtardı bizi. Bir yıl ile yargılandık. 80 İhtilali ile her şey ortadan
kalktı. 80 İhtilali olmasa ceza alabilirdik.”
 Bir gün köyde bakkalda arkadaşımla oturuyorum. Amcam Sarar’ın sahibi Cemil’in babası
geldi ve arkadaşımı yanına çağırdı. Kooperatif kuruyormuş ve bunu arkadaşıma haber veriyor üye olması için. Ben de şaşırdım amcam bana niye söylemiyor diye. O zaman da ben
yeni yeni siyasete giriyordum. 1989’da siyasi hayatımıza atıldık. Mesut Beyle beraber siyasi
başlangıcımız da oldu. O süreçte param da birikti amcamda bana öyle yapınca ben de bir
kooperatif kurmayı düşündüm. Amcamdan da erken bitirip ondan daha ucuza mal edeceğim dedim. Bağdatlı mahallesinde bir inşaat başlattım. İki yıl içinde bitirdim. Ama bizim daire
yaptığım zamanlar inşaatın en berbat dönemiydi. O inşaattan sonra bu sektörden ayrıldım.
Mağaza ve market sektörüne nasıl geçiş yaptınız?
Rize’de Rus işi başlayınca Adem Ali Kopuz iyi arkadaşımdı, onunla HÜMERA konfeksiyon
diye bir mağaza açtık. Gecede neredeyse 15 bin kazak satıyoruz. O süreçte Rize gerçekten
bir değişime uğradı. Gerek inşaat sektörü gerek şehrin yapılanmasından… Biz onun kıymetini
bilemedik o adamları buradan kaçırdık. Bu sürede siyaset yapıyoruz. Geziyoruz. Her yerde
büyük büyük dükkanlar var marketin ne olduğunu o zamanlar bilmiyoruz. Rize’de bir market
yapalım dedik. Atatürk caddesinde 180 metre karelik bir dükkan açtık. Gelen diyor bu kadar
büyük buraya ne koyacaksınız. Marketi açana kadar öyle sıkıntılarla karşılaştık ki yok peynir
rafı yok makarna rafı… bu kadar büyük olur muymuş? Birisi geliyor bu raflara ne koyacaksınız

diyor. Marketi açtık içine hiçbir şey sığmıyor. Günde
on kamyon mal götürüyoruz. Günde 120-150 teneke
peynir satıyoruz. O zamanın koşullarında anormal bir
iş yapıyoruz. Marketin içine giremiyoruz, kalabalıktan.
Açılışımızda turist oteline kadar çiçeklerimiz gitmişti.
Siyasetin verdiği avantajda da olunca çok büyük, görkemli bir açılış olmuştu.
Bir gün TV’de reklam dönerken aklıma market
için bir reklam spotu geldi, “Ehliyetsiz araba kullanmak istiyorsanız GÖZDE markete uğrayın” diye. Bunu
spot olarak Rize TV’de kullandık. İnsanlar bunu görüp
geliyor ve bu ne demek diyor, biz de veriyoruz eline
market arabasını. Marketçilik süreci çok değişik bir
tecrübeydi.
“Bir gün iki kişi geldi. Kapıda döner turnikeler vardı. Buraya para verip mi gireceğiz dedi.
Olur mu dedim. Parayla değil bu. Aldım içeri.
Sonra iki ay geçti yine geldiler bu defa bana her
şeyi düşündün de buraya yürüyen merdiven niye
koymadın dediler. Ben bunu İstanbul’da marketçiler birliği toplantısında anlattım ve o zaman ki
dergide “Rizelinin ne kadar hızlı değişime uğradığı” konu olarak işlenmişti. İki ay önce turnikeden geçemeyenler iki ay sonra yürüyen merdiven talep ettiler, olmadığı için bizi eleştirdiler.”
1993 yılında market sektörüne girdikten sonra
İstanbul’a devamlı mal almaya gidiyoruz. Oradaki arkadaşım dedi ki Kadıköy’de bir yer var orada dükkan
açalım. Kadıköy’de iki tane kozmetik dükkanı açtık.
İşlerimiz çok yoğun. 3-5 sene durduktan sonra benim
artık İstanbul’a gitmem gerekiyordu ama babam pek
istemedi. Oğlum dedi işin eşin çocuğun hep burada,
biz ölünce gidersin dedi. İstanbul’a gitseydik o zamanlar çok başka olurdu. Memleketi çok sevince kaldık. Rize’nin kurnazları Rize’de kaldı safları dışına
çıktı. Saflar çok kurnaz oldu sonra onları Havalimanından alıp gezdirmekte bize kaldı. Biz kurnazlar da burayı kolluyoruz.
Babanızdan size sizden de çocuklarınıza kalacak en değerli miras nedir?
Dürüstlük, çalışkanlık, devlet ve millet sevgisi. Bizim onlara bıraktığımız yerde yarın bizi doğru anacak doğru hatırlayacak bir evlat olmaları için elimden geleni yaptım ve yapmaya çalışıyorum ama bundan sonrası onlara ait. Ben Ticaret Odasında ki meclis konuşmalarında tüm
konuşmaların kayıt altına alınmasını istedim. Çoluk çocuğumun da yarın bir gün okuyabilmesini

isterim. Hepsinin tutanaklara alınmasını istedim. Onaylamadığım hiçbir projeye onay vermedim.
El kaldırmadım. Emredersin komutanım olsa başka bir şey de olabilirdim. Belki vekil olurdum
belki Belediye Başkanı olurdum ama yapmadım. Çocuklarıma da bu şekilde rol model olduğumu düşünüyorum.
Bizi bekleyen en büyük tehlikelerden bir tanesi aslında kuşak farkı. Bizler farklı şartlarda büyüdük, çocuklarımız çok başka şartlarda büyüdü, meslek edindi. Bizim kuşağın vefat etmesinden sonra işlerimizin devam etme şansı görünmüyor. Oku oku diye bir algı var. Benim elemanlarımın yarısından çoğu üniversite mezunu. Ben bile üzülüyorum. Çocukları böyle yetiştirdik. Oku.
Başka bir şey yok. Her şeyini yaptık ellerine verdik.
Gençlere tavsiyem babalarının mesleklerine sahip çıksınlar. Her şeyi devletten bekleyecek
değiliz. Tüm değerlere sahip çıkmaları gerekiyor.
Siyasi hayatınızda unutamadığınız bir anınız var mı?
“Köyde yaşıyorum, hanım çocuğun ateşi var doktora gidelim dedi. Ben de işimin
çok olduğunu çocuğu kardeşiyle götürmesini istedim. O sırada bir partilimiz de çocuğuna rapor alacaktı ve bana hastaneye gidelim dedi. Tamam dedim. Hastanede
hanımla karşılaştık. Hani çok işin vardı demez mi! Benim işim bu dedim. Kendi çocuğumu değil ama başkasının çocuğunu doktora götürmek.”
Siyasetin içinde olmayı çok seviyordum. Çünkü siyaset insanlara hizmet etme sanatıdır.
Bu benim için bir hobiydi. Mesut Yılmaz, Rize’nin evladı idi. Allah rahmet eylesin, ben siyasi
ahlakımı ondan aldım. O siyaseti bırakınca bende çekildim. Bir gün Ticaret Odasını ziyarete
gidecektik ama Ticaret Odasının kapıları bize açılmadı. Mesut Yılmaz bize talimat verdi. Odayı
da alacaksınız, dedi. Bu sefer oda seçimlerine girdik ve Ayhan Hacıfazlıoğlu ile seçimleri kazandık. Hem de Anavatan Partisi İl Başkanıydı. Orada başkan vekilliği yaptım ama artık yaşım
ilerleyince gençler gelsin diyerek odadan ayrıldım.
Denizli’de bir ziyaretimiz olmuştu. Bir hacı amca, Mesut Beyle görüşmek istedi ve onu Mesut Beyin yanına götürdüm. Hacı amca, Demirel günde beş yalan söylüyor sen de iki tane
söyle demez mi! Mesut Beyde sakallarına tutarak hacı amca bu sakallar ile bana yalan söyle
diyorsun dedi. O da yalan söylemeyince olmuyor ki dedi.
Mesut Bey vefat ettiğinde Başbakanlık döneminde yanında olan pek çok insanın başbakanımız defnedilirken orada olmadığını görmek üzücüydü. Çoğu yoktu.
2002 seçimlerini kaybettiğimizde o zaman İl Başkanı Mustafa Mataracı ile partide oturuyoruz ama eve nasıl gideceğiz diye kara kara düşünüyoruz. Hem moralimiz bozuk. Çarşının her tarafında da horon oynanıyor, kutlamalar yapılıyor. Bir şekilde evlere gittik. Ertesi gün
kutlamalar devam ediyordu. Çarşıya geçerken baktım ki benim köyümün sandık başkanıda
horon edenlerin arasında. Gittim yanına sen ne yapıyorsun burada dedim. Başkanım herkes
horon ediyor ben de ediyorum dedi ama demek ki o da bize oy vermemişti.
Renkli ceketlerin hikayesi nedir?
29 renk ceketim var. Siyah, gri, kahverengi, lacivert içlerinde yok. Diğer tüm renklerin hepsi var. Bununla ilgili bir anımı paylaşayım, Ticaret Odasını yapıyoruz. Mesut Bey Başbakan
 
ama istediğimizi alamıyoruz. Vakıflar Genel Müdürü de Urfalı. Ben de tabii siyaset yapıyorum
adama dedim ki seni bir daha ki seçimde Urfa’dan birinci sıradan seçimlere koyalım. Sonra ne
rica ettiysek hallettik. İşlerimiz kolayladı. Kendiside onu bunu arıyor işlerimiz için. Bana haber
geliyor bordo ceketli çocuk beni arasın diye. İsmim de öyle kalıyor.
Neler yapmaktan hoşlanırsınız?
Biz pazar gününü beklerdik. Olsunda maça gideriz diye. Ayrı bir heyecandı. Rizespor’u çok
severdim ama Rizespor’un bu yeni stadyum olduktan sonra oraya gitmek olumsuz yönde
etkiledi. Eski stadyum çok başkaydı. Şimdi onun havası manevi değeri kalmadı.
 Kitap okumayı bulmaca çözmeyi ayrıca severdim. Gençlik yıllarımızda halı sahada top
oynardık. İki buçuk liralık top vardı onu alırdık yırtılmasın hemen patlamasın diye başka bir
şeyin içine koyardık, öyle oynardık. Tabii siyaset yapmakta ayrı bir hobim.
Rize’ye ilkleri getirmek nasıl bir duygu?
Rize’ye market ve kozmetik mağazalarını biz getirdik. Biz markete başladığımız zaman
360 metre market oldukça büyük bir dükkandı. Biz ayrıca kurumların kantinleri ile de uğraştık
çünkü kira vermiyorlardı. Onlarla da yarışıyorduk. O süreçte Ticaret Odasında da görevliydim.
Bir proje hazırladık. Alt katı üç katlı market, üstü çift kule biri Ticaret Odası biri otel şeklinde
dizayn edilecekti. Ticaret Odası üyeleri ile bunu yapalım dedik. Üyeler de bunun ortağı olsun
hem aldığı maldan para kazansınlar hem sattıkları maldan kazansınlar. O zaman da Rize’de ki
kısır çekişmeler… Mesut Beyin adamı olduğum için de parti bana market veriyor imajı yaratıldı. Bunu da demesinler diye Mesut Beyde böyle bir algı oluşmasın ve kimseyi kırmayalım
düşüncesiyle o proje askıya alındı. Şimdi şehri ikiye bölen bir bina var orada. Sonra yıkım kararı aldığımız yere yapım kararı almak için binayı güçlendirdik ve Ticaret Odası olarak devam
eden bir bina oldu.
Rize’ye üniversite kurulması yönünde Mesut
Bey atılım yaptıktan sonra üniversite gençlerinin
böyle bir kozmetik mağazaya ihtiyaç duyacağını
görüyorduk. Bundan dolayı kozmetik sektörüne de
girdik. İstanbul’daki dükkanları da kapadım. Ama İstanbul’da işim var, Ankara’da inşaat işlerim devam
ediyor. Dünyadaki adresim ise her zaman Rize’dir.
“Rize’de kozmetik dükkanı açılınca da zorluklarla karşılaştık. Bir gün dükkandan içeri giriyorum bir kadınla mağaza görevlisi tartışıyor.
Kadın müşterimiz gençleştirici krem almış bir
hafta kullanmış ama hiç gençleşmedim diyerek ürünü iade etmeye gelmiş. Tabii izah etmeye çalışıyoruz ama Rizeliye hizmet etmek çok
zor. Kremin kutusunu kırmış bir de onu da bize
suç atıyor. O sırada çocuğu anne sen kırdın ya
deyince, çocuk tokadı yedi. Rize’de kozmetik
market kültürünü yerleştirmek market işinden
daha çetin oldu diyebilirim. Biri gıda biri hijyen. Rizelinin kozmetikle tanışması da oldukça zaman alan bir süreçti.”
Bir gün İl Başkanımız Mustafa Mataracı dükkanıma geldi, kahve içelim dedik. Bekle bekle
kahve gelmiyor. Biz de on iki tane hanım çalışıyor ama kahve getiren yok. Merak ettim haliyle.
93 yılında mağazaya kamerayı getirdiğimiz zaman bırakın Rize’yi çevre illerde bile hiç yoktu.
Kameradan izliyorum içerisini. Sonra iki tane kahve geldi. Suyu ayrı kendi ayrı kötü bir kahve.
Dedim ki niye böyle oldu. Biri gelse kahve istese ne yapacağız, ayıp değil mi? Yakında Starbucks var dediler. Gençlik artık böyle, kızamıyorsunuz. Zaman böyle. Bu arada ben burayı açtıktan sonra GÖZDE kozmetikte açılıştan bugüne yetmiş yedi kızımızın yuva kurmasına tanıklık
ettik. Böyle bir iş hayatımız oldu. Her şubemizle her elemanımızla güzel bir ekip olabildik.
Elinizde sihirli bir değnek olsa neyi değiştirmek istersiniz?
“Türkiye’yi idare ediyoruz Rize’yi edemiyoruz.”
Rize’yi bir araya getirmek isterdim. Bölünmüşlüğü ortadan kaldırmak isterdim. Son Ticaret Odası seçimlerini örnek alırsak Rize yine ikiye bölündü. Rize’nin en büyük ihtiyacı kolektif
çalışma. Birlik beraberlik için de yürümeye ihtiyacımız var. Rizespor’un başarısızlığına üzülüyoruz. Neden? Rizespor başarısız diye. Kendi şehrimizin takımı olduğu için. Trabzon’a gidince gündem hep Trabzonspor ama reklamını yapan Rize. Trabzon’da Trabzonspor deyince
ekonominin de önüne geçiyor. Rize’de Rizespor deyince yok başı kimdir sonu kimdir, niye o
onu aldı bu bunu aldı sorguları… Bize düşenleri biz yapamadık ama bizden sonraki nesil bunu
kıracak diye umuyorum. Birlik olacak. Kolektif bir çalışma olmadan olmaz. Seyircisi futbolcusu
ve şehir ile bir olacak. Öyle oluyor ki Rizespor oyuncularını şehre çıkarmıyor. Gelmeliler. Rize
bir bütün olmalı.

İş Hayatınızla İlgili Genel Bir Değerlendirme Yapmak İsterseniz Neler
Paylaşırdınız?
“Yaklaşık 44 yıldır ticaretle uğraşmaktayım. Rize’ye ve Rize’de yaşayanlara hizmet vermekten gurur duymaktayım. Önce memleketim sonra da Rize için mücadele verdim. Milletimizin ve şehrimizin menfaatlerini kendi menfaatimin üstünde gördüm.”
2015 yılında DORUKON Petrol İnşaat adında bir şirketimizi
hayata geçirdik ve sanayi kavşağında bulunan Türkiye Petrolleri
İstasyonunu işletiyoruz. Petrolde 25, GÖZDE Rize’de 13, GÖZDE
Samsun’da 12 kişi olmak üzere toplamda 50 çalışanımız bulunmaktadır. 1991-95 yıllarında İstanbul Büyükçekmece ilçesinde Beylikdüzü mevkiinde Petek-53 adında

 
kurduğumuz kooperatif ile 35 kişiyi ev sahibi yaptık.
Kooperatifimizin adını da Petek ANAP-53 verdik.
Siyaset yapmış olduğumuz arkadaşlarımızla kurduğumuz bir kooperatifti.
Bizi iyi bir eğitim ve iyi bir yetiştirme imkanı
veren yemeyen yediren annem Gülbahar hanıma, babam Yaşar Bıçakçı’ya ve benim en
büyük destekçim olan çocuklarımın annesi
eşim Hacer Hanım’a sonsuz teşekkür ederim.
Bu işlerin arkasında en yakınlarınızın desteği
çok tetikleyici olmaktadır. Bu manevi güç iş
hayatımda bana motive kaynağı oldu. Ayrıca
şirketlerimde çalışan personel arkadaşlarıma
da teşekkür ediyorum. Bu bir ekip işidir. Benim
başarılı olmamda onların da çok büyük emeği
var. Siz bir iş yeri açarsınız ama sizin hedeflerinizi
etiketinizi büyütecek ve en doğru şekilde yansıtacak
olan çalışma arkadaşlarınızdır. Bu, ticaret hayatınızdaki
büyümeyi de kolaylaştıran çok önemli bir detaydır. 1993
yılından bugüne kadar şirketlerimizde çalışan yetmiş yedi
arkadaşımızı evlendirdik, bununla da gurur duymaktayız.
Biz büyük bir aile olduk. Bizim buralarda olmamızı sağlayan hemşerilerimize ve müşterilerimize teşekkür ediyorum. Sizin Rize’nin başarılı yüzlerini bu kitapta toplayacak
olmanıza ve beni de bunun içine dahil etmeniz bizi son derece gururlandırmaktadır. Bu çok değerli bir şey. Rizeliyim
iyi ki Rize’de doğdum iyi ki Rize’de yaşıyorum. Umarım bu
hayat hikayesi birileri için yeni ufuklar açar. 

RİZELİNİN BAŞARI ÖYKÜSÜ III
YAZARLAR: ALİHAN TELATAR & SELİM DENİZALP


Önceki Haber 
Sonraki Haber

Yorumlar

Yorum Yapın