Abdulkadir Kart
“Hayat bir tecrübedir. Her yaşanan olay insanı besler. Hayata bakışınızı ortaya
koyar. Ben, yaşanmış tecrübeleri dikkate alarak büyüdüm. Kendimi buna göre
yönlendirdim. Rize’de siyaset yapmak, başka yerlerde siyaset yapmaya benzemez. O
dönemlerde bir şeyler yapabilmek adına çok uğraşırdık. Rize’ye bir tuğla daha koymak
için Ankara’da canla başla çalışırdık. Bugünün imkânları yoktu. İmkânsızlıkları zorladık. Tek
gayemiz hizmet etmek içindi. Ama bu hizmet anlayışı çok defa sekteye uğratılmak istendi.
Buna rağmen bizler şehrimize ve ülkemize hizmet etmekten geri durmadık. Mühendis olup
çok önemli projelerin içinde yer aldım. Siyaseti hiç düşünmedim. Rize Belediyesi’nde görev
almamı dönemin Belediye Başkanı istemiş. Kendi planlarımı askıya alarak hem belediyecilik
hem de siyaset yoluna bu şekilde girmiştim. Kısa süreli diye başladığım bu görev beni
bambaşka yollara götürdü. Çok genç yaşlarda insanların ve büyüklerimin takdirini almayı
başarabilmiş biriydim. Bu nedenle beni daha iyi yerlerde görmek istediler. Ne belediye de ne
de vekillik süreçlerimde kendi istek ve arzularımla aday olmadım. Beni buna layık görenlerin
istekleri daha ağır bastı.”
Abdulkadir KART
“Milletvekili olmadan önce de inşaat işleri yapardım. Gerek Rize’de gerek İstanbul’da
gerek Ankara’da çok güzel projeler yapıp teslim ettik.” diyen Abdülkadir Kart, başarılı
projeleriyle sektöründe adından söz ettiriyor. Sadece Türkiye değil dünyada da örnek bir
eser olarak kalacak Rize-Artvin Havalimanı’nın alt ve üstyapı işlerinin proje ve inşasına
katkı sunup bu dev projenin hayata geçmesinde bizzat yer alan isim olan değerli iş insanı,
bu projeyle yöre mimarisi ve kültürünü dünyayla buluşturmuş oldu. İnşaat mühendisi,
siyasetçi ve iş insanı olan KART, yapmış olduğu her işte çalışkanlığı ve doğruluğuyla
adından söz ettiriyor. Siyaseti bıraktıktan sonra asıl mesleği olan mühendisliğe dönerek
çok önemli projelere imza attı. Sadece iş dünyasında değil hayır işleri ile de Rize’ye ve
ülkesine ölümsüz eserler kazandırdı ve kazandırmaya devam ediyor.
“Vekillik rozetimin olmaması benim şehrime hizmet etmemi engellemez.”
Rize’ye hizmet etmekten büyük bir mutluluk duyan hayırsever iş insanı Rize Eski
Milletvekili Abdulkadir Kart, Rize sevdalısı bir isim olarak Rize’nin önemli dinamikleri
arasındaki yerini aldı ve şehrinden hiçbir zaman vazgeçmeyeceğinin altını çizdi. Hiçbir
ticari beklenti içinde olmadan kendi şirketi tarafından Rize’de Huzurevi, Yaşlı Bakım ve
Rehabilitasyon Merkezi’ni hayata geçirerek, şehirde büyük bir boşluğu dolduracak olan
KART, bu hizmeti Rizelilerle buluşturan isim olacak.
Kurucusu olduğu ASL İnşaat ile sektöründe kalıcı eserler bırakmaya devam ediyor. ASL
İnşaat; çeyrek asırlık tecrübe ve bilgi birikimi ile konut, yol, köprü, havalimanı, enerji,
muhtelif projeler ve kentsel altyapı konularında genel müteahhitlik ve taahhüt hizmetleri
veriyor. Güvenilir yapısı ve güçlü teknik kadrosu ile etkin potansiyele sahip olan şirket,
hızla sürdürdüğü faaliyetlerini bundan sonra da aynı verimlilik ile ulusal düzeyde sürdürme
amacında.
Sizi tanıyabilir miyiz?
1964 yılında Rize’de dünyaya geldim. Rize’nin Merkeze bağlı Pazarköy (Mişona) köyündenim. Annem Müyeser Kart, babam Nejet Kart. Babam Çaykur’dan emekli işçidir. Annem
ev hanımıdır. Üç kız, üç erkek olmak üzere altı kardeşiz. Ben en büyükleriyim. Kardeşlerimin
ikisi Rize’de diğerleri İstanbul’da yaşamaktadır. Kardeşler olarak birbirimize çok bağlıyız. Aramızda ayrı gayrı olmaz. Hep birlikte işlerimizi yaparız. Kardeşlerim, ağabeyleri olarak bana çok
hürmet ederler. Bu şekilde hayatımızı sürdürüyoruz. Çocukluğum aslında çok güzel geçti. Çok
şanslı olduğumu düşünüyorum. Bir taraftan zordu. Rize’nin zor arazi şartlarında çay toplamak
ve satmak kolay değildi. Koştururduk devamlı… Evimizle bakkal arası 2-3 km mesafedeydi.
Günde 3-4 defa gider gelirdim. Yine de ben şanslı bir çocuktum diyorum. Zor ama hareketli
geçen yıllardı.
“7-8 yaşlarındayız daha… Ben ilkokula giderken o zamanlar fakirlik vardı. 5 kuruş 10 kuruş paramız olurdu ya da olmazdı. Okulda çubuk kraker satılırdı. Çubuk
kraker paketinin içinde 40 tane çubuk olurdu. Ben onları tane tane satardım. Bir
paket alır, çubukların tanesini 1 kuruştan satardım. Bazen 25 adet çubuk sattığım
olurdu ve nasılsa maliyeti çıkardım diyerek kalanları da ben yerdim.”
Şimdiki çocuklar apartmanlarda büyüyor, üzülüyorum. El bebek gül bebek hiç zorluk çekmeden büyüyorlar. Sonra hayata atılınca en ufak bir zorluk karşısında pes ediyorlar. Bizim dönemlerimiz yiyecekten kıyafete elbette bugünkü gibi değildi ama yinede o serbestlikte sağlıkla, kanaat duygusuyla büyüdük. Ben ilkokulu Rize Pazarköy’de okudum. Bizim okul epey
öğrenci yetiştirdi. Mesela Kenan İpek, İbrahim Er, Recep Ali Er… Birçok insanın yetiştiği o okulda okudum. Öğretmenlerimiz çok iyiydi. Dersin yanında bize hayatı öğretirlerdi. Tabii arada
kulaklarımızı da çekerlerdi. İyi ki çekmişler çünkü bizi hayata hazırladılar ve bizler bugünlere
geldik. İlkokuldan sonra bir müddet Kur’an-ı Kerim kursuna gittim. Zihni Derin Ortaokulu’nu
tamamladıktan sonra Rize Lisesi’nden mezun oldum.
Gençlik yıllarımda hep çalıştım. Rize Lisesi’nde okurken sabahçıydım ve öğleden sonra
bakkal dükkânımıza gider hem çalışır hem ödevlerimi yapardım.
“Zor bir öğrencilikti bizimkisi… Her sabah kalkar 5-6 km yürür ve Zincirli Köprü denen bir yer vardı (şu an annemin adına yaptırdığım huzurevinin olduğu yer)
oradan belediye otobüsüne binerdim. Otobüs tıklım tıklım… Akşam aynı şekilde
eve dönerdim. Düşünün, kışı var soğuğu var yağmuru var… Her gün o yol gidilirdi. Eve düşer düşmez uyurduk. Yorgunluktan ödevlerimizi bile yapmaya takatimiz
kalmazdı.”
Tarihi çok severdim. Meraklıydım ama nasip oldu mühendislik okudum. Fırat Üniversitesi
Mühendislik Fakültesi’nden mezunum. Aslında doktor olmak isterdim. Hedefim buydu. Ailemde iki amcam doktordu. Onların yanına gider gelirdik. Doktorluğa karşı bir ilgi oluşmuştu.
Hatta 7-8 yaşlarında bir ajandam vardı. O ajandamda tıbbi notlar tutardım. Amcama giderdim
kendisine hastalıklarla ilgili sorular sorardım… Adam öksürürse ya da başı ağrıdığında hangi
ilacı verirsin diye… Bunları not alırdım. Köyde birinin bir yeri ağrıyınca o defteri açar şu ilacı
içmelisin diye söylerdim. İyi bir öğrenciydim. TIP Fakültesini hedeflemiştim. Üniversite tercihlerimde on yedi TIP Fakültesi vardı ve hepsini yazmıştım. Çok sevdiğim bir matematik hocam
vardı, Ahmet Ulusoy… Ben Elazığ mezunuyum oranın mühendisliği çok iyidir onu da yaz dedi.
Son tercihim de Fırat Üniversitesi Mühendislik Fakültesi oldu. Sınava girdim hakikaten çok
başarılı geçti ve ilk tercihimi alacağımı düşünmüştüm. Ancak fen sorularında kaydırma yapmışım ve sadece matematik puanım yüksek gelince de tıp hayal olmuştu. Nasılsa tercih sırası
gelmez, hocamın gönlü olsun diye yaptığım son tercihimi yani mühendisliği bu şekilde kazanmış oldum. Kader diyelim. 1985-90 yılları arasında üniversiteyi okudum. Üniversite yıllarım iyi
geçti. Mühendisliğin her bir dersi öğrenilmesi gereken bilim dalıdır. Dersi derste dinlerdim.
Çok ders çalışmazdım. İyi de bir mühendislik zekâm vardı. Çabuk kavrarım, hesabım da iyidir.
O yıllarda çok aktiftim, iki yıl öğrenci temsilciliği ve yurt başkanlığı yaptım. O günün şartlarına
göre güzel yıllar geçirdim. Güzel dostluklar edindim.
Üniversite eğitiminden sonra neler yaptınız?
“İstanbul’da başlayıp devam etmesini istediğim iş hayatımın Rize’de başlaması
benim için başka bir dönüm noktası oldu. Çayeli Bakır İşletmeleri’nde genç bir
mühendis olarak yabancı mühendislerle çalışma imkânı bulmuş âdeta mesleğimin
doktorasını orada yapmıştım. Genç yaşında ve yeni mezun bir mühendis için çok
değerli bir başlangıçtı.”
Üniversiteden sonra Rize’ye geldim. Önce askere gitmeyi istedim. Başvuru yaptım ama
3-5 aylık bir zamanım vardı. Bizim de bir minibüsümüz vardı. Ben de boş duracağıma minibüste çalışayım dedim. Bizim köyle Rize arasında dolmuşçuluk yaptım. Askerlik dönemi geldi,
Tuzla Piyade Okulu’na yedek subay olarak gittim. Kıbrıs’ta da yedek subay olarak bir yıl görev yaptım. Askerden dönünce de evlendim. Eşim Gülay Hanım köyümüzde öğretmendi. Aslen
Çayelilidir. Bana söylediler. Benim evlilik hesabım askerliğimi yapıp düzenimi kurduktan sonra
olacaktı ama ailem isteyince ben de askerden sonra evlendim. Gökhan adında bir oğlum var.
Oğlum da benimle birlikte inşaat işleri ile uğraşıyor. Elif ve Zeynep adında iki kız torunum var.
İş ve siyaset hayatınız nasıl başladı?
Askerlikten sonra Kıbrıs’tan Türkiye’ye dönünce İstanbul’a gitmek için hazırlanıyordum.
Üniversite okurken yazları staj için İstanbul’a gidiyor ve çalışıyordum. Çalıştığım firmalarda
onlarla devam etmemi istiyordu. Tam böyle bir hazırlık yaparken Rize’de gazeteci Faik Bakoğlu’nun gazetesine onun bir dostu bir iş ilan veriyor. Rize Çayeli Bakır İşletmeleri için bir firma
mühendis arıyordu. Beni aradılar. Anne babam da bunu duyunca gurbete gitme burada çalış
dediler. Gittik görüştük ve nasip oldu başladık. İlk ciddi deneyimi orada kazandım. Şu an gördüğünüz o işletmeyi ben yaptım. Orada şantiye şefiydim. Kanadalı yabancı mühendislerle
çalıştım. 1992-93 yıllarıydı. Çok şey öğrendim. Âdeta doktora yaptım orada. Türkiye’de iş güvenliğinin adı konuşulmazken bugünkü iş güvenliğinin çok daha ağırını orada uyguluyorduk.
Mühendisliğin çok ağır şeklini orada yaşıyorduk. Biz orada çok zorlandık. Bir buçuk iki yıl kadar bu işletmede bulundum. Yabancı mühendisler sayesinde çok şey öğrendim. O iş bitince
kendi işimi kuracağım dedim. Bu konuda kararlıydım çünkü memurluk yapmak istemiyorum.
Çayeli Bakır İşletmeleri’ndeki görevimden sonra kendi işimi kurdum. İzmit’ten bir tane de iş
aldım. O ara 5 Nisan ekonomik kararların açıklandığı dönemdi. Türkiye’de ekonomi durmuş
çok sıkıntılı günler yaşanıyordu. İş aldığım şirket bu işleri sen yapacaksın ama geçici bir sıkıntı
var yatırımlarımızı erteledik sen de biraz bekle dedi.
“Benim hayalim kendi işimde bir şeyler yapabilmekti. Memur olmayı hiç arzu
etmiyordum. Rize Belediyesi’nde çalışma planım hiç olmamıştı. Belediyeye giriş
kapısı beni siyaset yoluna da sokan bir kapı oldu. Dürüst, düzgün davranıp çözümler üreten bir planlamayla işleri yaptığınızda siz istemeseniz de sizi o kulvara
yönlendiriyorlar. Sizden çıkıyor artık. Değer verdiğiniz insanların da talebini geri
çeviremiyorsunuz, ‘tamam’ diyorsunuz. Rize Belediyesi’nde çok güzel işler yaptık.
Şehrime hizmet etmeye o dönemlerde başlamış oldum.”
İzmit’te ki işin başlamasını beklerken 1994 yerel seçimler oldu ve Şevki Hoca beni belediyeye davet etti. Ben de memur olmak istemiyordum. Çalışamayacağımı kendi işimi kurduğumu söyledim. Şevki Hoca teknik güce ihtiyacı olduğunu ve danışman şeklinde kendisine
yardımcı olmamı istedi. “Tamam” dedim. İzmit’teki işi beklerken bu süreyi danışman olarak
değerlendirebileceğimi söyledim. O dönem Belediye RİBELSAN adında şirket kurmaya çalışıyor ama bir türlü kuramıyordu. Ankara’dan avukat geliyor ama olmuyor… Bunu ben kurarım
dedim. İki üç günde kurdum şirketi. İlk müdürü de ben oldum. RİBELSAN’da çok işler yaptık.
Belediye kamu kuruluşu olduğundan daha hantal ilerliyor. Şirket üzerinden daha hızlı işler yapılıyordu. Asfalttan dere ıslah çalışmalarına üst üste işler yapınca göz doldurmaya başladık.
Şevki Hoca beni başkan yardımcısı yapacağını söyledi. Yapamam dedim. İstanbul Milletvekili
Mustafa Baş ve Necmettin Erbakan Hoca araya girince beni bir şekilde ikna ettiler.
“Rahmetli Necmettin Erbakan Hoca Rize’ye belediyemizin bir açılışına gelmişti ve yapılan işle alakalı bana sorular sormuştu. Ben de ona cevap vermiştim.
İşin mühendisliği çok hoşuna gitmişti. Bu konuşmamızla onun aklında yer etmiştim. Sonrasında da Belediye Teknik Başkan Yardımcısı oldum. Çalışkan realist bir
adamdım. Adaletli olmaktan asla ayrılmadım. Görevimde insanlara adil davrandım, işlerini çözdüm. Particilik yapmadım.”
Yeni görevimdeyim… Bir gün muhtarın biri köyünde yaşanan sorun için yanıma gelmişti. Çok yoğunuz bir ay sonra yaparız demiştim. Onlar kendilerini aldattığımızı, geçiştirdiğimizi
düşündüler. Zamanı gelince ve işlerini çözünce onlarında hoşlarına gitmişti. Çünkü işlerinin
çözüleceğine inanmamışlardı. Bu yüzden hem beni takdir etmişler hem kendileri büyük şaşkınlık yaşamışlardı. Bunun gibi pek çok olay yaşadım. Ben zaten hiçbir zaman particilik yapmadım. Başka görüşteki insanlar da yanımıza gelir sorunlarını anlatırlardı. Çözüm bulmaya çalışırdık. Yeter ki kim olursa olsun o davasında haklı olsun. Yine bir gün bir adam geldi, “Ben
hayatımda Doğru Yol’dan başka partiye oy vermedim ama bundan sonra partine değil senin
olduğun yerde topumla tüfeğimle yanında olurum.” dedi. Çünkü onun da sıkıntısını o konuda
haklı olduğu için çözmüştük. Adaletli yaklaşmıştım. Bir gün ANAP’lı başka biri sorunu için geldi
ama bu iş olmaz dedim çünkü haksızdı. “Sen rozetime göre muamele yapıyorsun.” diyerek
bana tepki gösterdi. “Ben senin rozetini de bilmem seni de bilmem.” dedim. İşi görülmediği
için bozuldu. “Git dedim bir tane kayırarak iş yaptığımı ispat et ve bana bir örnek getir bu koltuğu derhal bırakacağım. Haksız olduğun hâlde senin işini de yapacağım.” dedim. Bir ay sonra
geldi. “Hakikaten seni takdir ediyorum, araştırdım kendi adamlarınıza da kayırma yapmamışsınız doğrusunu yaptınız.” dedi.
“Ben şunu gördüm Rize’de adaletli olacaksınız. Adil olunca her şeyi yaptırıyorsunuz.”
Şevki Hoca istifa ettiğinde beni belediye başkanı yapmak istediler. “Şaka mı yapıyorsunuz?” dedim. Daha 27-28 yaşındayım. Mustafa Demir de il başkanıydı ve ben onun önüne
geçip nasıl aday olabilirdim ki! Benim için doğru değildi. Anketlerde de benim ismim önde
çıkıyordu. Açıkçası istemeye istemeye aday oldum. Ben genç bir mühendisim. Karşımda da
Hızır Hop var. Ben insanlardan oy istemeye bile utanıyorum. Oy istemek o kadar zor ki. Mustafa Demir’le oy istemeye çıkıyoruz ağabey sen iste diyorum. Öyle başladık, sıkıla sıkıla… O seçimde çok iyi kampanya yaptık ama seçimi kaybettim. O dönem Mesut Yılmaz Başbakandı.
1994’te Rize’yi kaybetmişti ve bu seçimde memleketini kaybetmek istemiyordu. Kendisinin
kaybettiği seçim için, “Bütün Türkiye’yi kaybetseydim de Rize’yi kaybetmeseydim.” dediği bir
açıklaması vardı. O yüzden seçime çok asıldılar. Birçok ANAP’lı bana, “Belediye başkanı olacak adam sensin. Gençsin, istikbalin parlak keşke ANAP’tan aday olsaydın ama Mesut Bey
üzülmesin diye ANAP’a oy vereceğiz.” diyorlardı. Buna rağmen o seçimlere hazırlandık.
Babanızdan size, sizden de çocuklarınıza kalacak en büyük miras ne
oldu?
Dürüstlük… Rahmetli dedem de çok adil bir adamdı. Eskiden bizim köydeki fabrikada yaz
aylarında 500-600 kişi çalışırdı. Çevre illerden mevsimlik işçiler dört aylığına gelirdi. Onlar
gurbette oldukları için gariptiler. Dedem onlara bile sahip çıkardı. Onlara yan gözle bakana
gidip haddini bildirirdi. Dedemden çekinirlerdi. Bizim ailede en büyük şey dürüstlüğümüzdür.
Ben de oğluma aynısını söylüyorum. Dürüst olacaksın, mütevazı olacaksın, çok çalışacaksın, hayır yapacaksın. Allah’ın verdiği nimetleri paylaşacaksın. Bunları tavsiye ediyorum. O da bizim yolumuzda gidiyor.
Milletvekili seçilme sürecinizi anlatırken Recep Tayyip Erdoğan’la tanışma hikâyenizi de paylaşır mısınız?
Ben kendisiyle üniversite yıllarındayken tanıştım. Ben okurken o Refah Partisi’nde il başkanıydı. 1988-89 yıllarıydı… Benim yakınlığım belediye başkan yardımcılığım dönemlerinde
başladı. Çünkü Şevki Hoca bürokratik işler için hep beni görevlendirirdi. Ankara’ya İstanbul’a
giderdim. Tayyip Bey’in yanına da Rize adına yardım istemek için gitmiştim. Çaykur’un önündeki park bizim eserimizdir mesela. O zaman yaptırdık. Orada Tayyip Bey’in emeği var. Kendisi de bize mühendisler gönderirdi. Bana çok destek oldu. Ona güzel projeler götürürdüm. Bize
değer verip kırmadı. Biz Rize’de güzel işler yaptık.
Bir gün Tayyip Bey, Rize’yi çok seviyorum ama burada doğru düzgün bir evim yok dedi.
Şevki Hoca’dan bu konuda destek istedi. O da zamanında yaparız demiş. O sıra Tayyip Bey
ceza aldı, cezaevine girdi ve çıktı… Belediye başkanlığını da bırakmak zorundaydı çünkü yasaklıydı. Bir gün Kocaeli’nde bir düğüne gittik. Tayyip Bey de geldi ve bir masada oturduk.
“Hani bana ev yapacaktınız ne oldu?” diye sordu. Bana öyle bir talebinin olmadığını Şevki Hoca’ya söylediğini hatırlattım. “Sen de başkanın gibi bizi atlatırsın.” demez mi! Kendisine söz
verdim ve o evi yapacağımı söyledim. Nerede istediğini sordum. Yeri benim bulmamı istedi.
Anne ve baba tarafının olduğu yerlerde bir arsa bulup satın almamı ve evi yapmamı istedi. Ertesi gün hemen uçağa binip Rize’ye gittim. Her iki tarafın köyünü gezdim. En uygun yerleri bulup resimlerini çektim. Üsküdar’da ki ofisine götürdüm. Ben size birkaç alternatif yer buldum
dedim. O da şaşırdı. İhtimal vermiyordu bu kadar hızlı aksiyon alacağıma. Ben de,“Aldığımız işi
yaparız.” dedim. “Madem sen bu kadar ciddisin biz de gelip bakalım.” dedi ve bugünkü evin
yerine gittik. Tabii o günler bugünkü gibi de değil. Yasaklı olduğu için de yanında kimse yoktu.
Yüzüne kimse bakmıyordu. Yanında birkaç samimi dostu vardı ve bir de biz…
“Tayyip Bey’in evi için Güneysu’da arsayı bulduk ama yer Mehmet isminde birinin arazisi içindeydi. Arsanın sahibiyle konuştuk ısrar edince satmaya razı oldu.
Bizim oralarda kimse evinin dâhil olduğu arsanın bir metresini bile vermez. Orada
Mehmet ağabey’ye de teşekkür ediyorum. Çünkü bize evin yerini kendi arsasından
vermişti. Rahmetli Kadir Topbaş evin projesini çizdi. Her şey beğenildi ve inşaat
başladı. Ama iş bittikçe yer azalıyordu. İş oraya sığmıyordu. Mehmet ağabey’den
iki set ala ala alanı biraz daha büyüttük. Mehmet ağabey de espriyle, ”Senin yumuşak diline bir şey de diyemiyorum ala ala evime yapıştınız.” demişti ama yine de
verdi arsasından.
O zamanlar İstanbul’da oturuyordum. Tayyip Bey yasaklıydı ve etrafında daha önce fırıl
fırıl dönen menfaatçi insanların olmadığını görmüştüm, yalnızdı. Kendisini sevip saygı duyuyordum. Rize’deki ev konusunda kendisine söz vermiş, 14 ay sürecek şekilde evin tamamlanması için İstanbul’dan gidip gelmiştim. O inşaatı o şekilde yaptım. Beni de vefamdan dolayı
ayrıca sevdi. Evi de çok sevdi. O ev zor şartlarda yapıldı. Koşullar bugünkü gibi değildi. Yol
yok, mikser yok… Betonu elimizle karıştırıyoruz… Bu şekilde zorluklar yaşıyorduk. Mesela, taş
ustalarını Rize’den değil Bayburt’tan gidip buldum. O zamana kadar o taş giydirme oralarda yoktu. Bu evle başladı. Hızır Erdoğan’la beraber eski evleri inceleyip şimdiki evi yaptık. Her
şeyiyle çok ince düşünülerek yapılan bir ev oldu.
Vekilliğim de şöyle oldu. Benim vekil olma düşüncem yoktu. Rahmetli babam o zaman
esnaftı ve babama herkes benim için neden aday olmuyor diye soruyordu. Bana da git aday
ol dediler. Tabii Tayyip Bey’le de yakınlık oluşunca ona sormadan da hareket edemezdim.
Tayyip Bey’in yanında bir arkadaşım vardı. Onu aradım ve “Beyefendiye sor benim adaylığımı
uygun görürse aday olayım.” dedim. Arkadaşlar ve Rize kamuoyu da beni bu konuda zorluyordu. Benim de bir şartım vardı. Aday olursam benden daha çok hizmet eden Mustafa Demir’in birinci sıra adaylığına razı olacağımı onun dışında kabul etmeyeceğimi bildirdim. Adaylar tek tek ortaya çıkmış ve herkes çalışıyor ama ben ortada yoktum. Arkadaştan da bir türlü
haber gelmiyordu. Artık son güne gelmiştik. Partiden birkaç kişi geldi. “Senin adaylık ücretini
yatırıyoruz ve aday olmanı istiyoruz.” dediler. Ben de o ana kadar hiç haber gelmediğinden
Tayyip Bey’in başka bir şey düşünmüş olacağını tahmin ediyordum. Arkadaşım kendisine
konuyu açtığını ama üzerinde durmayıp hemen konuyu değiştirdiği söyledi. Ben de yakınlığımızdan dolayı hayır diyemiyor diye düşündüm. Meğer Mesut Bey de aday olacaktı. Kendisi de yasaklı olduğu için aday olamıyordu ve onun karşısına Rize’den Köksal Toptan’ı aday
yapmak istiyordu. Köksal Bey Rize’den aday olmayacağını söyleyince benden de o şekilde
aday olmamı istediler. Son gün gittim ve müracaatımı yaptım. Ben zaten ilk sırada olacağımı
biliyordum. Yoksa olmazdım. Temayül yoklaması da yapılacaktı. Diğer aday adayları da seçim
çalışmalarına benden çok önce başlamıştı. Tabii mesafe kat ettiler. Ben de o saatten itibaren
çok geç olarak gezmeye başladım. Dönemin İl Başkanı aleyhimizde çalıştı ama ona rağmen
yaptığımız hizmetlerden insanların sevgi ve saygısının ağır basmasından birinci çıktım. Hatta
%63 açık ara farkla birinci çıktım. Adaylık sürecinde temayül yoklamasından birinci çıkmamız
daha da güzel oldu.
“Tayyip Bey cezaevinden çıkınca ailesiyle benim evimde bir hafta misafir olmuştu. Böyle bir yakınlığımız vardı. Seçim dönemi rahmetli Mesut Bey’in karşısına
beni koydu. İmdat Sütlüoğlu ile kapı kapı oy istedik. Üçüncü sırada da İlyas Çakır
vardı ama o daha bürokrasiden gelen biriydi ve bizim kadar heyecanı yoktu. Zaten
Mesut Bey her şekilde alır diye düşünüyorduk. Bizim partimiz üçüncü sıradan alamazdı diye ön görüyorduk. İnsanlar bize şunu söylüyordu, “Tayyip Bey’i seviyoruz
ama onun önünü açmıyorlar bari Mesut Yılmaz’a yazık olmasın ona oy verelim de
işimiz düşerse yapar.” diyorlardı. “Siz bize destek verin biz meclise gireceğiz ilk
onun cezasını kaldıracağız ve kendisini başbakan yapacağız.” diyorduk. O şekilde
de oldu. İki vekil çıkardık. Mesut Bey baraja takılınca olmaz diye baktığımız İlyas
Çakır’da seçilmiş oldu.”
Bugünkü şartlar olsa yeni bir Rize yapardık. O günlerde koşulları zorlayarak bir şeyler yapmaya çalışırdık. TIP Fakültesinin kurulmasında çok özel bir emeğim vardır. Arif Hoca’yı severdim iyi bir insandı. “Ağabey gel Rize’ye hizmet edelim.” diyerek onu Erzurum’dan getirdik. Biz
burayı ya Araştırma Hastanesi ya TIP Fakültesi yapacağız dedim. Akademik kariyeri olan bir
başhekim gerekiyordu. Beni kırmadı, sağ olsun geldi ve hatta, “Tıp Fakültesi olacağına ben de
inanmıyordum.” demişti. Onu da dekan yaptık. Üniversiteyle beraber tıp fakültesi kurulmuş
oldu. Tayyip Bey, herkese söz vermeyin ekonomi belli Türkiye’nin şartları belli eskiden kalma yarım işleri bitirin sonrasında başka yatırımlara geçeriz diyordu. Mesela Kültür Sitesini o dönemde tamamladık. Adliye sarayını o dönemde tamamladık. Rize cezaevini sıfırdan yaptık.
Tıp fakültesi yarımdı onun hastanesini bitirdik. Toplu konutta epey bir şeyler yaptık.
Hayatınızda bir kırılma anı oldu mu?
“Rize’ye hizmet için vekil olmak gerekmiyordu. Biz zaten memleket sevdasında
olan insanlardık. Siz ne kadar doğru işler yapsanız da kendi şehrinizde üzerinize
oynanan oyunlardan, kumpaslardan maalesef kurtulamıyorsunuz. Doğruluk hizmet başkalarına ağır geliyordu. Bu beni çok yormuştu. İnsanlar vekil olmak için
uğraşırken ben yeniden vekil olmayayım diye talepte bulunmuştum. Hizmet yapmak için o statü olmazsa olmaz değildi. ”
Milletvekilliğimizin sonuna geldiğimiz dönemlerdi... Özellikle iç muhalefette zorlandığımız
oluyordu. Biz Ankara’da uğraşıyoruz. Rize’ye bir tuğla daha koyalım diye canla başla çalışıyoruz. Rize’ye dinlenmeye geliyorsun bir bakıyorsunuz ki Rize’de kumpaslar kulisler… Bunlar
beni çok rahatsız etti. Bunu belli kişiler yapıyordu onlarda gerçek karakterlerini ortaya koydular zaten. Teşkilatı tenzil ederim. İnsanlar tatminsiz. Sekiz kere işini yapıyorsun dokuzunda
kırılıyor gönül koyuyor. Böyle birkaç şey oldu ve bir anda karar verdim. Bu ayak oyunlarıyla mı
uğraşacaksın bırak, işine gücüne bak dedim kendi kendime. O zamanlar da Tayyip Bey’le aynı
apartmanda oturuyordum. Başbakanlık dönemiydi. Bir sabah kahvaltıda beraberiz. Seçim
listelerini hazırlıyoruz. “Başkanım müsaade ederseniz ben vekil olmak istemiyorum. Ben hep
sizin yanınızdayım. Rize için zaten elimden geleni de yaparım.” dedim. Önce şaşırdı, herkes
vekil olmak isterken benim istememiş olmam garip geldi. Ben listeye girmedim. Aktif siyaseti
o masada bıraktım.
ASL İNŞAAT şirketimi 1996’da kurmuştum ve şirketime geri döndüm. Vekillik döneminde
etik olmaz diye pek bir iş yapmamıştım. Ayrıldıktan sonra yeniden taşeronluktan başlayarak
bugünkü noktaya geldik. Bugün aşağı yukarı 5 bin kişi şantiyelerimizde çalışıyor. Prestijli işler yapıyoruz. Övgü alıyoruz. Rize Havalimanı’nı görenler diyor ki bu devlet zihniyetiyle mi yapıldı. İnanamıyorlar. Orada çıkan iş herkesin takdirini topluyor. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde çok
güzel işler yapıyoruz. Keza yurtdışında da… Ben telefon numaramı hiç değiştirmedim. 1995
yılından beri aynı telefon numarasını kullanıyorum. Halk bana istediği zaman ulaşır, elimden
geleni yaparım. Rize’de Abdulkadir Kart Eğitim Vakfı’nı kurdum. Aile vakfımız... Her yıl kardeşlerimle beraber kazancımızın bir miktarını oraya aktarırız. Öğrencilere burs veriyoruz. Hayır
işlerimizi Rize’de yaptık. Yapmaya da devam edeceğiz.
“Havalimanının dış renk boyasını ben çok severim. O zaman Cahit Turan Ulaştırma Bakanı idi. Havalimanının alt ve üst yapısı ayrı ayrı ihale edilmişti. Biz altyapıda çalışırken üstyapının projeleri yapılıyordu. Kendisine dedim ki, “Sayın Bakanım
Cumhurbaşkanı yöresel mimariyi sever. Avrupai tarzda mimari bir proje yapmayın.
Buranın projesini göstermeden de ihaleye çıkmayın.” dedim. Cumhurbaşkanından
vize alındığı söylendi ve ihaleye çıkıldı. İhaleyi yapıyoruz. Bir gün Cumhurbaşkanımız beni aradı. ‘Havalimanını yapıyorsunuz beni en iyi bilen sensin o nasıl bir proje
sen bu projeye nasıl evet dedin?’ dedi. Şaşırdım. Kendisinin onay verdiğini düşündüğümü söyledim. Projeleri alıp külliyeye gelmemi istedi. Ben de kendi içimden
zaten diyordum Tayyip Bey o projeye nasıl onay vermiş olabilir… Külliyedeyiz, projeyi değiştirmek için başka bir mimarda çağrılmıştı. O projeyi düzeltmemizi istedi
ve biz de olabildiğince nasıl düzeltebiliriz diye çok uğraştık. Sıfırdan başlasaydık
çok daha başka bir şey yapardık. Ama neticede güzel bir eseri hemşerilerimize ve
Türkiye’ye kazandırdık.”
Hobileriniz nelerdir?
Her gün yürürüm. 8 bin adım atmadan günü tamamlamam. Bir gün yürümezsem motivasyonum bozuluyor. Kışın kayak yapmayı seviyorum. Kayak her yaşta yapılacak bir spor.
Kayak yaparken her şeyi unutuyorsunuz. Stres atıyorsunuz. Yazın da yüzmeyi çok severim.
Torunlarımla vakit geçirmeyi de çok seviyorum. Boş zamanlarım da kitap okurum ama çok
boş zamanım da yok maalesef. Her hafta bütün şantiyelerimi tek tek dolaşırım.
Siyasi hayatınızda unutamadığınız bir anınız var mı?
“Bir işi yapabilirsiniz de yapamazsınız da… Vekil olsanız dahi her şeyi yapamazsınız ki! Olacak şey var olmayacak şey var. Benim gibi adaletli ve dürüstçe
hayata bakıyorsanız siyasette zorlanmamanız elde değil. Bizim Anadolu’da böyle
bir sıkıntı var. Bana göre siyasetin en zor tarafı da bu. Hele Rize’de siyaset yapmak
başka yerlerde siyaset yapmaya benzemiyor.”
Milletvekilliğini de bırakma sebeplerimden birisidir bu. Rize’den sevdiğim bir dostum oğlunun işi için beni aradı. Filan dairede bir işe girecekmiş benim referans olmamı istedi. Ben
de yardımcı olmak için genel müdürü aradım. Onu da vekil olarak değil tanıdığım biri olduğu
için abim olarak aradım. “Keşke ilan açmasaydık. 10 kişi için 590 başvuru var. Kimi alacağı-mızı şaşırdık” dedi. Ben de kendi talebimi geri çekmek istedim. Kabul etmedi. Kazanacağını
düşünmüyordum ama kazanmış. 590 da ilk 10’a girmiş. Aradan 5-6 ay geçti ve yine Rize’den
aradılar. Aynı kurumda şef açığı varmış oğlunu bu sefer de şef yaptırmamızı istedi. Ağabey
dedim senin oğlun zaten zor kazandı ve işe de yeni başladı. Tecrübe kazansın biraz zaman
geçsin. Nasılsa çalışıyor işi var ama tecrübesi yok. “Peki.” dedi ama ses tonu mutsuzdu. Seçim
zamanı Rize’de dolaşıyoruz herkes sarılıp öpüyor. Bu dostla karşılaştık ama bana yüz vermiyor. Beni gördü elini bana zor verdi. Şoke oldum. Kafam bu işe takıldı. Çok soğuk davranmıştı.
Bir arkadaşa, “Neden böyle yaptı?” diye sordum. O da bana, “Oğlunun işini yapmadığımı.” söyledi. Çok üzülmüştüm. Bu işi bırakalım dedim bu böyle olacaksa…
Elinizde sihirli bir değnek olsa neyi değiştirmek isterdiniz?
“Rize’nin geleceği turizmde. Gelecekte Rize bundan büyük pay alacak. Bunun
planlamasını yapmamız gerekiyor.”
Sihirli değnek olmayacağını biliyoruz ama Rize’de beni rahatsız eden bir durum var. Rize’nin imarını düzeltmeyi çok isterdim. Şehri mahvetmişiz. Bundan rahatsızım. Dağa doğru
az katlı evler yapılmalıydı. Artık mümkün değil ama kentsel dönüşümle bir şeyler yapılmaya başlandı. Sadece Rize değil, Artvin’den Samsun’a kadar böyle. Bu güzel doğayı çok planlı
olmadan adım adım mahvetmişiz. Yoksa çok şey yapıldı. Şehir girişini düzeltmek lazım. 6-7
tane farklı geçiş yapılmalı. Birkaç alternatif yaptık. Onun dışında Ovit’ten havalimanına kadar
Rize’nin temel projeleri yapıldı. Şehir hastanesi de başlıyor. Neredeyse eksik kalmadı. Artık
turizme ağırlık vermek lazım. Rize’nin geleceği turizm. Çay olacak ama onun yanına turizmi
koymak lazım. Buna yönelik projeler yapmak kaçınılmaz. Gelen hayal kırıklığına uğramamalı.
Rixsos Otelleri’nin sahibiyle bir projede ortak olduk. Kendisini Karadeniz’e götürmek istediğimi söyledim. “Helikopterle dağları yaylaları görüp bize bir fikir ver.” dedim. Turizm master planı
yapalım. Bir vizyon oluşturmamız lazım ki gelecekte turizm doğru stratejilerle gelişsin. Bunu
Rize’nin dinamikleriyle ortak bir çalışma içinde götürmemiz gerekiyor. Hızlı tren uzun vadeli
projelerde var. Lojistiğin yapılması çok önemli ve ona treni bağlamamız lazım. Bunlar olmayacak şeyler değil. Hepsi Rize’nin gelişim sürecini tamamlayacak projeler. Bunun için doğru
stratejiler planlamalıyız.
Bunca yıllık tecrübenize dayanarak gençlere tavsiyeleriniz neler olur?
“Tecrübe yaşanarak elde edilen bir şeydir. Bu tecrübeyi yaşayanlardan almak
lazım. Aynı bedeli ödemeden bunu yapmak lazım. Ben de bu tecrübeyi büyüklerimden aldım. Bunlar hayata bakış açınızı geliştiriyor, gireceğiniz yollarda ve tercihlerinizde size kılavuz oluyor.”
Okumanın öğrenmenin yaşı yok. Ben mesela Türkiye’nin büyük iş insanlarının yanına gittiğimde kendilerine soruyorum: “Keşkeleriniz var mı? Dünyaya bir daha gelseniz neyi yapardınız neyi yapmazdınız?” Bana şunu derler, “Abdulkadir bildiğin işi yap, her sektöre girme ama
yaptığın işin sektöründe en iyisi olmaya bak. İşimizde en iyi olacağız. Her şeye atlamamak
lazım.” Aynı tavsiyeyi ben gençlere de yapıyorum. İkincisi dürüstlük. Kısa vadede kaybettirir
gibi gözüküyor ama uzun vadede kazandıran en önemli değerdir. Bizim zamanımızda imkânlar azdı, dünyaya açtık. Şimdi gençlerin inanılmaz imkânları var. En az bir yabancı dil bilmek gerekiyor. Dünyayı takip etmek lazım. İyi yetişmek lazım. Dünya ve çağ değişiyor bunun gerisinde kalmamak gerekiyor. Eskiden insan gücüne ihtiyaç vardı ama şimdi insan işini makineler yapıyor. Öyleyse iş bulabilmek için kendimizi yetiştirmemiz lazım. Teknoloji ve yazılıma
yönelmek çok önemli. Bunları yaparken vatanı milleti sevmek ahlaklı olmak örf ve adetlerine
bağlı olmak olmazsa olmazlarımız olmalı.
“Birini bir yere işe alırken öncelikle liyakate bakardık. Sadakati var mı? Dürüst
müdür? Buna benzer birtakım sıfatlara bakar ve kişiyi değerlendirirdik. Şimdi ülkemizin gidişatına bakınca Türkiye ve dünyayı gördükten sonra ilk şuna dikkat ediyorum o kişi millî midir değilmidir? Bu toprakların insanı mıdır başkalarının temsilcisi
midir? Kişi liyakatli olabilir, çok sadakatli de olabilir ama kimlere çalışıyor! Bunları
da gördük. Önce millî olacağız.”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la unutamadığınız bir anınız oldu mu?
Tayyip Bey’le on iki yıl komşuluk yaptık. Aynı apartmanda oturduk. Beraber vakit geçirirdik. Maçları hiç kaçırmaz beraber izlerdik. Oturur yemek yerdik. Bir gün yine oturuyoruz ve
Rize konusu açıldı. Kendisi o zaman başbakandı. “Başbakanım Rize’de siyaset yapmak çok
zor.” dedim. O da bir mimik hareketiyle sen de zor yer görmedin der gibi baktı. Ertesi hafta beyefendiyle Rize’ye gittik. Kendisiyle Güneysu’da ki evinde kaldık. Kendisine eşlik ediyorum.
Sabah kalktık ki evin önü insan dolmuş. Meğer o dönem Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı
ruhsatsız bazı dükkânları yıkıyormuş. Beyefendi de kalabalığı görünce bunlar kimdir diyerek
şaşkınlığını belirtti. Dışarı çıktık. Dükkânları yıkılan aileler gelmişti. Tayyip Bey’i görünce herkes
onun etrafını sardı kendisini bırakmıyorlardı. Ben de onun rahatlaması için o ortamdan çıkartmak adına, “Arkadaşlar aşağıda toplantımız var ben size kartımı vereyim beyefendiyi yormayalım siz beni arayın ben işleriniz halledeceğim.” dedim. Benzer toplantılarda bunu yapardım
ama Tayyip Bey bu defa böyle olmasını istemedi. Onları dinlemek istedi. Kadınlar çok agresif
konuşmaya da başlayınca Tayyip Bey oradaki gençlere dönerek, “Siz bu yaşlı annelerimizi
babalarımızı buraya niye getirdiniz onları yordunuz? Bunları biz kendi aramızda konuşurduk.”
dedi. O sırada kadınların bir tanesi, “Seçim zamanı böyle demiyorsunuz.” demez mi! Bir de
bunu sert bir üslupla söyledi. Tayip Bey buna üzüldü. İçine oturdu. Akşam uçakla dönerken
durdu durdu, “Ya bu Rize’de siyaset yapmak hakikaten zor.” dedi. Ben de başladım gülmeye.
Ben kendisine bunu dediğimde bana inanmamıştı. O gün yaşanan o olaydan etkilenmişti. Rize’de siyaset yapmak gerçekten zor.
Çaykur Rizespor hakkında neler söylemek istersiniz?
Türkiye’de ki futbol bana keyif vermiyor. Yabancı ülkelerden futbolcular gelip onların başarısını izlemek tat vermiyor açıkçası. Kendi gençlerimiz futbolcularımız yetişmeli. Öyle birhâl
aldı ki tamamen paraya döndü. Yabancıların gelip oynaması beni bu anlamda çok mutlu etmiyor. Ben herkese bu durumu anlatıyorum. Osman Aşık Bak’a da ilettim. Rizespor’a harcayacağımız parayı birkaç yerde ilçelerde futbol okulları açalım. Burada gençler yetişsinler. Altyapıda yetişen kendi çocuklarımızla Rizespor beslenir. Çok ciddi paralar harcanıyor burada. Biz
yine istiyoruz ki Rizespor Süper Lig’de olsun. O ismi duymak bile bambaşka bir duygu. Şimdi
Rize’de bir alt yapı kuruluyor. Bu umut verici bir gelişmedir.
Rizespor’da unutamadığınız bir anınızı paylaşır mısınız?
“Öyle bir maç yaşanmıştı ki Rize-Kayseri husumetine dönmesine ramak kalmıştı. Ben o maça şehrimin takımına destek olmak için gitmiştim ama bana atılan
yumruk o günlerde birçok dengeyi sarsmıştı. Her ne kadar yanlış ve haksız bir
muamele yaşamış olsam da bu gerginliğin bitmesi için en önde olan isimlerden
biri oldum.”
Ekrem Cengiz’in başkanlığı döneminde ben de vekildim. O dönemlerde Rizespor’la çok ilgilenirdik. Rizespor iddialıydı. Süper Lig’e çıkmak için uğraşıyordu. Kayseri maçı vardı. Kayseri
de iddialıydı. Rize vekilleri olarak İmdat Bey, İlyas Bey ve ben maça gittik. Kayserililer bize çok
güzel ev sahipliği yaptı. Hatta İlyas Bey’e dedim ki biz gol atarsak fazla sevinmeyelim ,tahrik
olmasınlar. Maç 1-1 bitti. Dönüş yoluna çıkmadan İlyas Çakır futbolcuları tebrik etmek istedi.
Protokolün olduğu yerden peş peşe giderken Kayseri Spor Kulübü Başkanı’yla karşılaştık (Bir
hafta önce de Abdullah Bey istifa etmiş Tayyip Bey Başbakan olmuştu). Kulüp başkanı yanıma gelerek, “Siz bizi iki kere yaktınız.” dedi. Başkanım biz size ne yaptık demeye kalmadan
bana yumruk salladı, kaşım yırtıldı ve kanamaya başladı. Kulüp başkanından böyle birşey
beklemiyorduk. Ben de kendimi korumak adına karşılık vermek üzere harekete geçerken
yumruğumu kaldırmadan beş altı kişi bana vurmaya başladı. Bir taraftan kendimi korumaya
çalışırken bir taraftan da polislerin olduğu yere doğru gitmeye çalışıyordum. O sırada Nurettin
Cengiz hemen devreye girdi müdahale etti bir de Tarkan Mataracı vardı. O da hemen müdahale etti. Olay patladı tabii. Oradan hastaneye götürdüler kaşıma dikiş atıldı. Bu olay Kayseri
ile Rize husumetine döndü. Bu olaydan dolayı İstanbul’da Kayserileri dövenler oldu. Rizeliler Kayserililere, Kayserililer Rizelilere saldırır bir duruma geldi. Sonra canlı yayına çıktık ve olayı
sakinleştirmek için bir açıklama yaptık. Hemşehrilerimize çağrıda bulunduk. Abdullah Gül de
o sırada Dışişleri Bakanı’ydı ve Afrika’da görevdeydi. Beni aradı. Bu yatıştırma konuşmasından dolayı şahsımı tebrik etti. Yumruk olayından sonra her ne kadar ortamı yatıştırsak da bazı
Rizeli hemşehrilerimiz bu yumruğun karşılığını verelim dediler ama bu da bize yakışmazdı. Konuyu kapatmak istedim. Başka bir müdahaleye müsaade etmedim. Kayserililer Rize’ye maça
geleceği zaman ben bizzat karşılayacağımı ev sahipliği yapacağımı herkesin güvenliğinin
bana ait olacağını açıkladım. O maçta en ufak bir şey olmadı.
RİZELİNİN BAŞARI ÖYKÜSÜ III
YAZARLAR: ALİHAN TELATAR & SELİM DENİZALP
Yorum Yapın