RİZELİNİN BAŞARI ÖYKÜSÜ III / Cengiz Mataracı

Cengiz Mataracı
“Futbolcu olma hayallerini bir tarafa bırakıp ticarette ilerlemeyi tercih ettim. Bundan
pişman değilim. Rizeli bir iş insanı olarak yurt dışında ülkemi temsil eden biriyim.
Kolay olmadı. Zorluklardan korkmadan bugünlere gelebildik. Türkiye-Gürcistan arasında gelip
giden bir yaşamım olsa da bu durum işime olumlu olarak yansımıştır. Farklı bir kültürde farklı
bir coğrafya da tutunmaya çalışırken sadece ticaret yapmıyorsunuz. İnsan kazanıyorsunuz.
Bu çok değerli bir şey. Ben bu anlamda çok güzel dostluklar yakaladım. Buradaki çevrem bu
karşılıklı gelişen samimiyetten kaynaklanmaktadır. Yurt dışında yaşamak ve iş insanı olmak
dürüstlükle ilerliyor. Ben de bunu hiçbir zaman göz ardı etmedim. Bizler babadan özgüvenli
ufku açık çocuklar olarak yetiştik. Yurt dışı ticaret hedefini koymamda da bu etkili olmuştur. ”
 Cengiz MATARACI


 

Rize’nin yetiştirdiği bir isim olarak yurt dışına açılan pazarda önemli bir
yer etmiş iş insanı olan Cengiz Mataracı, yaklaşık 25 yıldır Gürcistan’da
ticaret hayatına devam etmektedir. “Gürcistan son çeyrek asırdır çok
ama çok önemli işler yaptı. Gerek güvenlik açısından, gerek sosyo
ekonomik açısından bir sıçrama yaptı. Yapılan bu sıçramada bizler bir
ufak katkımız olduysa hem kendi ülkem adına hem de Gürcistan adına
bizleri çok mutlu ediyor. Gürcistan hükümetinin ticari anlamda bugün bir
numaralı partneri Türkiye. İki ülke arasında dostluklar, arkadaşlıklar,
ticari ilişkiler o kadar gelişti ki, bizim artık bu saatten sonra bunu nasıl
ilerletebiliriz, büyütebiliriz, bunun heyecanını yaşıyoruz. Biz Türkler
Gürcistan ile dost değiliz, kardeşiz” diyerek Gürcistan’da ki ticari
faaliyetlerini özetleyen MATARACI, Yurt dışında bir Tük iş insanı olarak
ticaretin yanında önemli sorumlulukları üstlenmiştir. Bu sorumluluğunun
başında DEİK (Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu) Gürcistan Masası Başkan
Yardımcılığı görevi gelmektedir.
Çocukluğundan beri futbola olan aşkı ve tutkusunu yurt dışında da devam
ettirmekte, çok derinden bağlı olduğu Çaykur Rizespor’un yönetiminde
görev almaktan her zaman övgüyle bahsetmektedir. Rize’nin iş dünyası
içinde önemli isimleri arasında yerini alan MATARACI, Türkiye’yi uluslar
arası arenada temsil eden gelişime ve yeniliğe açık, öngörüsü yüksek,
istihdam oluşturabilen, üreten bir iş insanıdır. Memlekete olan tutkusu
ve Rizespor aşkıyla harmanladığı hayatını iş dünyasındaki başarısıyla
taçlandırmaya devam etmektedir.

Sizi tanıyabilir miyiz?
01.05.1975 Rize Merkez’de doğdum. Üç kardeşiz. Babam Bilgi
Mataracı, annem Ayla Mataracı. Ağabeyim Hüseyin ablam Zekiye. En
küçükleri de benim. İstiklal İlkokulunda, Mehmet Akif Ersoy Ortaokulunda ve Rize Lisesinde okudum. Çok güzel bir çocukluk geçirdik. Dönem arkadaşlarımız olsun çevremiz olsun büyük ağabeylerimiz olsun
çok güzel dönemlerdi. Hem sporla hem sosyal aktivitelerle hep iç içe
olduk. Yaramaz bir çocuk değildim ama çok hareketliydim. Boş duruşluğum yoktu. Ev de mahallede… Duruşluk yok. Boş zamanlarımda
ya meyve ağaçlarının tepesinde ya elimizde futbol topu Yeniköy’de
Tophane Mahallesinde top oynamakla geçti. O dönem de bu kadar
kozmopolit değildi mahallemiz. Daha derli topluydu. Komşuluk ilişkileri
daha gelişmişti.

 
Ben hem anneci hem babacıydım. Rahmetli babamın gözünde
daha farklıydım. O bana hep sumali derdi. Evin de en küçüğü olunca
baba tarafından daha nazlı büyüdüm. Onunla arkadaş gibi bir ilişkimiz
vardı. Annemizin de yeri çok başkadır. İkisi de hayatımın değerleri olmuştur. Ablamla her zaman ilişkim iyiydi. Ağabeyimle daha farklıydı.
Erkek çocuğu olunca daha başka oluyor tabii. Onun sayesinde ava başladım ama onun futbolla arası yoktu. Bense tam bir futbol hastasıydım.
“Çocukluğumdan beri futbolu sevdim. Hayatımın vazgeçilmez bir parçasıydı.
Bunun üzerine hayallerim vardı. Ama bir şey olmuyorsa çok da zorlamamak gerekiyor. İnsanın yapacağı başka işler muhakkak vardır.”
Ne kadar olanaksızlıklar olsa bile bir araya gelmiş onlarca yeteneğin neler yapabileceğini Afacanlar, spor camiasına gösterdi. O gruptan birçok arkadaşımız Türk
futboluna hizmet etti. Murat Kumcu hocamız hiçbir maddi çıkar gözetmeden hoca
gibi hocalık yaptı bizimle ağabey baba gibi ilgilendi. Kendisi Orduludur. Cebinden
de para verir bizi çalıştırırdı. Hatta ilk olarak bizi Ordu’ya şehirler arası kampa götüren adamdı. Ailelerimiz alışık olmadığı halde kendisine güvendiklerinden izin vermişti ve biz kampa gitmiştik. Afacanlar o dönemde kendi bünyesinde ses getirebildi.
Şimdiki ortam olsa çok başka ses getirebilirdi sadece Rize’ye değil Türkiye’ye.”
Okul yıllarında özellikle lise çağlarında çok güzel arkadaşlarımız vardı. Beden eğitimi hocamız vardı, Murat Kumcu. O dönemde biz arkadaşlarla futbol oynarken o da bizi takip ederdi.

 
Bu takip sonunda Afacanlar diye bir futbol takımı kuruldu. Bunu tamamen hocamız ve kendi
çabalarımız sayesinde kurduk. Biz farkında olmadan yetenek ordusunu bir araya getirmiştik.
O zaman kurmuş olduğumuz futbol takımı göze battı. Yine o dönemlerde Çaykur’la Rizespor
ayrı ayrı takımlardı. Onlarda birleşip tek takım olunca bizi de alt yapıya aldılar. Biz hazırlık maçlarında hem Rizespor’u hem Çaykur Sporu çok iyi sonuçlarla yeniyorduk. Bu alt yapı sayesinde Aydın Yetkin, Emrullah Tatoğlu, Ali Kulaksız gibi isimlerini de unuttuğum 3-5 arkadaşımız futbolda da profesyonel oldular. 1992-93’de imkanlar çok kısıtlıydı ve kampa gitmek çok
zordu. Bizi de kampa götürmemişlerdi ve benim de moralim çok bozulmuştu. Üzülmüştüm.
Askerliğe dilekçe verdim. 1995 yılında Manisa Kırkağaç’ta Jandarma Komando olarak acemi
birliğini yaptım. Askerdeyken de futbol yine karşımıza çıktı ve Ankara Batıkent’te Spor Gücünde futbol oynadım ve askerliği bu şekilde bitirdim. 

“Eşimle yan yana yürüyebilmeyi başardık. Yıllarca ben başka bir ülkede çalışırken kendisi çocuklarımızla Türkiye’de yaşıyordu. Gelip gidişlerimiz oluyordu. Ama
güçlü bir kadınla hem de Rizeli bir kadınla evliyseniz gözünüz arkada kalmıyor. O
gücü alıyorsunuz.”
Eşimle 1995 yılının haziran ayında tanıştık. Eşim bizim bir arka caddede oturuyordu. Askere gitmeden önce tanışmıştık. O da spor akademisine hazırlanıyordu. KTÜ Fatih Eğitimi kazanmıştı. Ben de askere gitmiştim, Ankara’da Spor Gücünde oynuyordum. Üniversite okumadım
ama eşimle birlikte yarım üniversite okudum gibiyim. Çünkü her gün Fatih Eğitimdeyiz. Her
sabah ben bırakıyorum ya da oradan Rize’ye getiriyorum. Eşim Beden Eğitimi mezunudur,
öğretmendi. Eşim Özlem hanımla 1999 yılında evlendik.2000 doğumlu Berfin adında bir
kızım ve 2005 doğumlu Bilgi adında bir oğlum var. Yurt dışı işlerimiz hızlanınca 2004 yılında
karar alıp İstanbul’a taşındık ama memleketten ayağımızı hiç kesmedik.
Futbolda devam etmeyi düşünmediniz mi?
“Hayatımdaki dönüm noktasının futbola devem edip etmeme kararını almak
oldu diyebilirim. Genç bir yaştaydım ama bu kararı çok net olarak almıştım. Belirsizlikle bir yola girmek istemedim.”
Askerdeyken de futbol oynarken Ankara Şekerspor bizimle görüşmek istedi. O gün arkadaşlarla yemeğe gittik ve görüşme saatini bekliyorum. Çok da heyecanlıydım. Ankara güzel
yer burada kalır buradan da iyi bir transfer yaparım futbol hayatım olur diye düşünüyordum.
Sonra başkanla masaya oturup konuştuk. Hayatımdaki ilk transfer görüşmemdi. Başkana
kafanda ki rakam nedir dedim. O da bize bir rakam telaffuz etti. O rakam o gün restoranda
yemek olarak ödediğim ücret kadardı. O kadar düşük bir ücretti. Biz gurbeti burada zor şartlarda çekip kendimize eziyet etmektense hiç bulaşmayayım dedim. Ben zaten futbol oynarken bir taraftan okul okurken bir taraftan da ticaretten hiç kopmadım hep onun içindeydim.
Sabah okul öğle tatilinde dükkan okul bitince antrenman… böyleydi zaten. Ya karar alacaktım
futbolla devam edecektim ne olacağı belirsiz bir şekilde yıllarımı verecektim. Ya da ticarete
devam edecektim. Ben kararımı ticaretten yana kullandım ve askerden sonra memlekete
dönüş yaptım. Ticareti yurt dışına hedef koyarak başladım. Rusya’ya açılışı yaptık. Bu 90’lı
yılarda başlar ama ağırlıkla 97’de askerden sonraki yıllarda aktif olarak yapmaya başladım.
Rusya Cumhuriyetlerinde, Gürcistan, Azerbaycan, Moskova Sibirya derken o bölgelerde çalışmaya başladık.
Babanızdan size sizden de çocuklarınıza kalacak en büyük miras nedir?
“Dedem gemiciydi, her yurt dışı dönüşlerinde babam dahil sekiz çocuğunu yanına alıp gördüklerini onlara anlatırdı. Onlara masa düzeninde nasıl oturulur bardaktan çatala nasıl kullanılır öğretirdi. Düşünün 1930’lu yıllarda dedem babamın
adını Bilgi koyacak kadar farklı bir vizyon taşıyordu… Babam da bizim ufkumuzun
geniş olmasını çok isterdi. Bu anlamda kapıları hep açık tutmuştur. Özgüvenli yetiştirmiştir.”

 
Rahmetli babam hep dualarımdadır, kendisinden Allah razı olsun derim. Bize çok güzel
temiz bir isim ve geçmiş bırakmıştır. Biz varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldik. Babamız bizim önümüzü hiç kapatmadı hep önümüzü açtı ama kontrolünü hiç elden bırakmadı. Çevresiyle arkadaşlarıyla devamlı kontrol etti. Ben de çocuklarıma babadan bana miras kalan
bu değeri bırakacağım. Dünyayı tanımaları dünyayla entegre yaşamalarını destekliyorum.
Bu aslında dededen gelen bir şeydi. Rahmetli babam 1936 doğumludur ve ismi Bilgi’dir.
Rahmetli dedem gemiciydi ve 1936 yılında sekiz çocuğundan birinin adını Bilgi koyuyor. Bu
çok büyük bir bakış açısıdır o dönem için. Radikal bir karar bu. Rahmetli dedem gemici olması
sebebiyle 6-7 ay Rize’ye gelmezdi. Halam 90 küsur yaşındadır o anlatırdı, dedem gelince yurt
dışından porselen takımlar televizyon getirirmiş ve evde masa düzeni kurarmış. Bütün çocuklarını yanına oturtup hepsine tek tek yurt dışında gördüğü kaliteli kültürü anlatırmış. Çatal bıçak şöyle tutulur, kız çocukları şöyle oturur… anlatırdı, öğretirdi. Benim rahmetli babamdan hiç
unutamadığım bir şey vardır, babam pazar günü fırına giderken bile kravatsız dışarı çıkmazdı.
Babamı sakal tıraşsız çok nadir hatırlarım. Memurdu zaten. Hafta da bir tiyatro geceleri olurmuş. Bir arkadaşlarının evinde buluşup tiyatro yaparlarmış. Bunları yol haritası olarak kafama
kazıdım. Çocuklarıma da aktarmaya çalışıyorum. Nitekim oğlum yurt dışındaydı. Dünyayı tanıyan biri olarak büyüyor. Çocuklarımızın şunu da bilmesini istiyorum. Önce kendi kültürünü
iyi bilsin ki yurt dışında kendi değerlerini anlatabilsin.
Hayatınızda bir kırılma anı oldu mu?
Futbolu kafaya koyduğum yıllarda futbolcu olamayınca bu dünyanın sonu değil dedim.
Olmasa bile başka alanlarda başarılı olabileceğimi düşündüm ve bu kararı almam kırılma noktasıydı. Farklı alanlarda da kendimizi geliştirebilirdim. Bu kararı almak bir dönüm noktasıydı.
Birçok arkadaşım 3-5 yıl hatta 10 yıl futbolu denedi ama ben bunu yapmadım. Daha sonra
baktım ki her şeyi nasip eden Yaradan futbolcu olmasam da bana yönetici olarak takımıma
katkı sunmayı nasip etti. Bu olay dışında çok fazla kırılma anları yaşayan biri değilim.
Ticaret hayatınızı yurt dışında Türk girişimci olarak devam ettirmek nasıl
bir duygu?
Yurt dışında ticaret yapmanın zor tarafları var. Kültür farklı çevre farklı arkadaşlıklar yeme
içme… Her şey farklı. Ben şunu gördüm. Biz sadece orada ticaret yapmıyoruz. Türk mallarını
satıyoruz, markamızı temsil ediyoruz, paramızı kazanıyoruz, alıyoruz ve kazanımları Türkiye’ye gönderelim değil. Bundan daha farklı vizyonlarımızın olduğuna inanıyordum. 20 yıldır
orada edinmiş olduğumuz dostluklar arkadaşlıklar ilişkiler güven… Bunları bugüne taşımak
kolay iş değil. 

“Ticaret al ver kazan değil insani ilişkilerinde sağlanması çok önemli. Gürcistan’da
ben bunu yakaladım. Uzun yıllardır orada
tutunabilmiş olmamın en büyük dayanaklarından biri bu dost ilişkilerdir.”
2008 yılında çok ciddi bir savaş yaşamıştı
Gürcistan. Benim de pasaportum ABD Büyükelçiliğindeydi. Türkiye’deydim. Bizim de her şeyimiz
oradaydı. Sermayemiz dostlarımız çalışanlarımız... Her şeyi organize etmeye çalışıyoruz. Oradaki Gürcü arkadaşlara da kaç kişiyseniz iki otobüs gönderiyorum ailelerinizi alıp gelin diyorum.
Burada yeme içme kalma her şeyi ayarlayacağım
dedim. Böyle bir girişimde bulunmuştum. Zaman
geçti ben bunu unutmuşum. Sonra o dostlar
bunu unutmamış. Bir dost sofrasındayız… Arkadaşımız ayağa kalkarak bizi orada onure etmişti.
Çok değerli bir şeydi bu.
Çocuklarımda orada edinmiş oldukları arkadaşlarını İstanbul’a çağırıyor, gezdiriyorlar. Bizim
onarla aktardıklarımız var onların da bize aktardıkları var. Bölgesel olarak yakınlıktan dolayı da
bu ilişkiler daha sağlam olabiliyor. Ama nahoş bir
durum da var. Türk kimliğini Türk markalarını iyi
temsil etmeyen arkadaşlarda buralara geldi. Başka bir bakış açısı da oluştu. Bunların temizlenmesi
bizim gibi ticaret yapanların ve buralarda ticaret
yapacakların önünü açacaktır.
Eşim öğretmen emeklisi... Emekli olalı iki yıl
oldu. Yurt dışında da elçilikte maarif okullarında görev almıştı. Şimdi kendimizin yaptığı bir
markayı işletiyor. Oldukça da başarılı. Bizim artık gözbebeğimiz olan bir ev dekorasyon ve
tekstil mağazamız var. Ona bebek gibi bakıyoruz. “Manamo Home” yaklaşık on yıllık bir markamız oldu. Şu an 17. Mağazamızı yapıyoruz. Gürcistan da. Eşim onun koleksiyon hazırlıklarını
yapıyor onunla ilgileniyor. Gayet iyi gidiyor. Kızımız da geçen yıl Özyeğin Üniversitesinde mimarlığı bitirmişti. İngiltere’ye yüksek lisansa gitmeden mağazaların mimari işlerini devraldı.
Türkiye’de de 1-2 şubesini açacağız. Beni biraz taca çıkartmaya çalışıyorlar ben de espriyle diyorum ki siz çalışın ben gezeyim. Bu gelişmeler ailemiz için de çok kalıcı olacaktır. Hem
kendi markamızı oluşturduk hem Türk tasarımını ve ürün kalitesini insanlarla buluşturuyoruz.
Bunun başlangıç yeri de Gürcistan oldu. bu ciddi bir cesaret gerektiren iştir. Bunun temelini
de eşim Özlem Hanım attı. Alaylı olarak bu işe girişti ama profesyonel olarak devam ediyor.
Yurt dışında ticaret yapmaya başlayınca sadece bu işle meşgul olmuyorsunuz. Her şeyden önce Türkiye’yi temsil eden bir iş insanısınız. Bunu en güzel şekilde taşıyabilmek sizin
elinizdedir. Bu anlamda DEİK (Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu) içinde aktif olarak görev almakta- yım. DEİK, çok geniş kapsamlı bir yapıda kurulmuştur. Dış ekonomik ilişkileri yürütme, yurt içi
ve yurt dışında yatırım imkanlarını araştırma, Türkiye’nin ihracatına katkı sağlama ve benzeri
iş geliştirmelerini koordine etmekle görevlendirilmiş bir kuruldur. Bu kurulu her iki ülke arasında sosyo-ekonomik kültürel faaliyetleri geliştiren bir diplomatik diaspora olarak da adlandırabiliriz. 180 ülkede faaliyetleri olan bir kuruldan bahsediyorum. Bu bir iş diplomasisidir. Biz
de Gürcistan ile ticari faaliyetleri nasıl geliştirebiliriz bu faaliyetlere nasıl katkı sağlayabiliriz
konusunda her iki taraftan da faaliyetleri yönetiyoruz. DEİK Gürcistan masasında başkan
yardımcısı olarak gönüllü olan bu çalışmalara katkı sunmaya devam ediyorum. Bunu oldukça
önemsiyorum çünkü, yurt dışında iş yapmak ve bunu devam ettirebilmek için Türkiye-Gürcistan arasında ekonomik bir köprü oluşturmak da gerekiyor. Bunu sağlayan Türk iş insanları
arasında olmaktan gurur duyuyorum. Bunu daha ileriye taşıyabilmek adına DEİK’in çalışmalarına da katkı sunmaya devam edeceğiz.
Hobileriniz nelerdir?
Dağ sevdamız var ondan vazgeçemiyoruz. Her yaz dağlarda yaylalardayız. Futboldan da
vazgeçemiyorum. Ara da sırada da olsa hayatımda… Son dönemlerde at sevdamız başladı
ama geçen senelerde düşüp kolu kırınca çok aktif olmasam da gitmeye çalışıyorum. Avcılığı
severdim ama bıraktım, yaklaşık 20 yıl oldu. Silaha karşı ilgim bitmemiştir ama arada bir poligona gidip atış yaparım.
Çat yaylasında bir gün oturuyorum. Yaylacının biri geldi ve kapı çaldı. Bir domuz geldiğini söyledi. Hemen tüfeği aldım. Çok da uzak değildi mesafemiz. İki
kere denedim vuramadım. Yanımdaki yaylacı da bu kısa mesafede nasıl vuramıyorsun diye dalga geçerken üçüncü kez nişan aldım bu defa domuzun arkasında
ki yavruları gördüm. 8-10 tane yavru… O manzarayı gördüm ve mermiyi geri çıkardım. Yapamadım. Benim avcılık hikayem bitmiştir dedim.”

 

Elinizde sihirli bir değnek olsa ne yapmak isterdiniz?
Sihirli değnekten ziyade benim hep hayalimdi. Bu hayali Muharrem Kasap’a çok dillendirirdim. Sonra Ali Saruhan’la çok dillendirdim. Derdim ki ağabey, şampiyonlar liginde oynuyoruz, Liverpool deplasmanıma gitmişiz, yeşil mavi formaları çekmişiz orada o atmosferi yaşıyoruz… Bu bir hayal tabii benim vazgeçmediğim bir hayal. Neden olmasın? Niye olmasın?
Ama sihirli değnek olsa daha yaşanabilir bir ortam yaratmayı isterdim. Hayat her ne kadar
80-90 yıl ortalama desek de aslında geceleri çıkarttın mı koşturmaları çektin mi geriye bir
şey kalmıyor. Az bir ömrümüz var ve bunu iyi yaşamak gerekiyor. İnsanoğlunun yaşadığı çok
kısa bir zaman kalıyor. Onu da sağlıklı zamanlar içinde yaşamak herkese nasip olmuyor. Ben
Rize’de en büyük keyfim işlerimi toparlayıp kayıkhanede oturmaktır. Hayatı biraz dolu dolu ve
kaçırmadan yaşamayı seviyorum.
Çaykur Rizespor hakkında neler söylemek istersiniz?
“Rizespor sonu olmayan bir aşk. Bir şeyi karşılıksız sevmek çok değerlidir.”
Kendimi şöyle şanslı hissediyorum. Allah bana Metin Kalkavan ve Hasan Kemal Yardımcı gibi iki önemli değerle ile çalışma imkanı verdi. Anonim şirket kurulduğu zaman bu şehir
için Rizespor için yapmak istedikleri Türk Futbolu için yapması gereken şeylerdi. Kurumsallık
adına çok önemliydi. Ülkemizde futbol sonuç odaklı olduğu için Rize’de bu belli bir yerde tıkanıyordu. Çok güzel günlerimiz geçti çok güzel insanlar kazandık. Bunlardan bir tanesi de
Muharrem Kasap’tır. Futbol oynadığım dönemde aldığım o keyfi zevki yöneticilik yaptığımda
da aldım. Rizespor sevgisi bambaşka… Yöneticilik yaptığımız dönemlerde normal şartlarda
sabah beşte kalk deseler hayatta kaldıramazlar ama o aşk seni sabahın köründe kaldırır bekletir takımım için karda kışta her şeyi yaptırır.
“Metin Kalkavan döneminde Türk futbolunda ki en büyük hareketi yaşadık. O
herkese çok güzel bir futbol ahlakı dersi verdi. Ben de buna tanık oldum. ”
Yöneticiliğim sırasında küme düşmeyi de şampiyonluğu da gördük. Mesela Akhisar maçını hiç unutamam... Tribünler kırılıyor… Muharrem ağabeyle ben sahanın içindeyiz insanlarla
uğraşıyoruz taşkınlık olmasın diye… Bir tarafta şampiyonluk almış Akhisar bir tarafta kaybetmiş bir Rizespor vardı. İnsanlar sahaya iniyor, kargaşa büyük. Bir taraftan Metin başkan
soyunma odasında Akhisarlı futbolcukları tebrik ediyor. Oradaki büyük hareket aslında. Türk
futbolu adına en büyük hareketti. Şampiyonluğu kaybeden kulüp başkanı şampiyonluğu kazanan takımı tebrik ediyor. Bu daha sonra daha net anlaşıldı. Biz de bu davranışı ilk başta anlayamadık. İçimize sindiremedik. Metin bey daha sonra bunu açıkladı. Farzet ki karşı tarafta
çok sevdiğin insanlar var onların mutlu olması seni mutlu etmez mi? Dedi. olayı kapattı. Metin
başkandan çok şeyler öğrendik. Hasan Kemal Yardımcı’nın şehre nasıl sahip çıktığını insanları bir araya nasıl getirdiğini gördük. İnsanlara dokunabilen biriydi. Evet profesyonellik çok
önemli bunları bozmadan devam etmeli ama her zaman da bir amatör ruhun bu işin içinde
olması gerektiğine inananlardım. Ben mesela Hüsnü ağabeyinin jübilesinde tel örgülerden atlayıp yanına gitmiş ve onun tekmeliğini almıştım. Ama onu kaybettim. Yirmi gün ağlamıştım.
Rizespor böyle bir tutku. Büyük bir bağ.
Şampiyonlar ligi belki hayal geliyor ama uzak bir hedef değil. Futbolda artık bazı şeylerin
ayrılması lazım. Maddiyatsız hiçbir şey olmuyor. Rizespor da yönetim işi ahbap çavuş şeklinde olmamalı, devam etmemeli. Rizespor’u bu işten çıkartmamız lazım. 

Cengiz Mataracı en çok neye üzülür ve en çok neye sevinir?
Değer verdiğin önem verdiğin insanlardan herhangi bir ters hareket gördüğümde üzülürüm. Bunları yaşadığım olmuştur. Etrafımdaki sevdiğim dostlarımın ailemin çalışanlarımın
mutluluğuyla mutlu olan bir insanım. Her kesin değer verdiği şeyler farklı ama belli bir yere
geldikten sonra değer yargıları da değişiyor.
Unutamadığınız bir anınız var mı?
“Hayatta hiçbir insan boş yere bir yere gelmiyor. Herkesin illaki bir özelliği vardır. Rize’de insanların boş eleştirileri var. İyi şeyleri yakıştıramazlar. Böyle garip bir
şehir kültürümüz de var aslında. Şans bile insanın bir özelliğidir. Ben teslimiyetçi
bir karakter olmadım ve zoru da sevmişimdir. Mesela o dönemde Gürcistan’da
çektiğim zorlukları arkadaşlarıma anlattığımda şimdi gülüyoruz. Ama 25 yıl önce
o anlarda neler çekmiştik, en iyi ben bilirim. Yine de kararlı olmak beni bugünlere
taşıdı.”
Geçen günlerde mağazada bulunuyorum. İlla sizi görmek isteyen biri var dediler. Çağırdım. Bir baktım benim Gürcistan’da ki ilk yıllarımda ticaret ettiğim zaman ilk fatura kestiğim insan gelmiş. Oturduk sarıldık çay içtik falan… Meğer oğlu evlenmiş çocuğu olmuş ona çamaşır
makinesi almaya gelmişler. Onu görünce duygulandım. Kaç yıl geçmiş aradan o daha küçük
bir çocuktu. 25-26 yaşlarında olmuş, evlenmiş babasıyla yanıma gelmişti. Orada duygu dolu
anlar yaşadık. Biz Gürcistan’a gittiğimiz yıllarda o çocuğun annesi pazarda mal satardı biz de
onların evinde kalıyorduk. İmkanlarımız otelde kalmaya yetmiyordu ilk zamanlar. O çocuğu
alır oynatırdık…. Çeyrek asır orada geçmiş. Buraya önyargılı bakmak büyük hata. Gelip görmeden tanımadan önyargılı yaklaşmamalı. 25-28 yıldır oradayım Ben Türklerden gördüğüm

 
zararı yabancılardan görmedim. Adamın memleketindeyiz yiyoruz içiyoruz en iyi arabalarda
geziyoruz. Tam tersini düşünelim onlar burada olsa onları burada kaç yıl yaşatırdık? 2008
savaşı bizleri birbirine yakınlaştırdı. Ne varsa komşularda var. Bizim kendimizi geliştirmeden
memleketten uzaklaşmamak lazım. Bizim erozyona uğrayan değerleri geri getirmemiz lazım..

RİZELİNİN BAŞARI ÖYKÜSÜ III
YAZARLAR: ALİHAN TELATAR & SELİM DENİZALP


Önceki Haber 

Yorumlar

Yorum Yapın