RİZELİNİN BAŞARI ÖYKÜSÜ III / Gürsel Alnıaçık

Gürsel Alnıaçık
“Çocukken sığır çobanlığı yapardım. Sırtımda bir bez çanta, içinde mısır ekmeği
ve azıcık peynir olurdu. Buğday ekmeği bulmak mümkün mü? Hayal gibi bir
şeydi. Bir gün Çamlıhemşin’de fırından çıkan ekmek kokularına dalmış ama cebimde
param olmadığı için ekmek alamamıştım. Ankara’ya gelişimizle ve dededen kalma fırıncılık
mesleği ile bu serüvene başladık. Benim için yeniydi ama yıllar öncesine dayanan bir
fırıncılık geçmişimiz vardı. Çocukken hayal olan buğday ekmeğini şimdi kendi fabrikamda
ve Türkiye’nin özel sektörde bir numarası olan YEPAŞ ekmekte insanlara buluşturuyorum.”
 Gürsel ALNIAÇIK

 

YEPAŞ (Yenimahalle Ekmek Pazarlama Anonim
Şirketi) Ankara Yenimahalle semti civarındaki
ekmek fırınlarının hammadde temini ve
ortaklıkları ile başlamış ve daha sonra
Sincan ve Etimesgut semti fırıncılarının
da hammaddesinin temini ve ortaklığı ile
firma büyütülmüş ve bugün ki haline ulaşarak
özel sektörde en büyük kapasiteye sahip firma
olmuştur. Modern yapısı ile Ankara başta
olmak üzere civar illerde de hizmet vermeye
başlamıştır.YEPAŞ Ekmek, referanslarına
uygun, kalitede ödün vermeyen yapısı ile,
müşteri portföyünü her geçen gün arttırmaktır.
Bütün müşteri taleplerini karşılayabilecek
kapasitede, uygun, ucuz, ambalajlı, sıhhi
şartlarda üretilen, gıda mühendislerinin
denetiminde hazırlanan ürün yelpazesiyle
hizmet vermektedir. Rize’nin Başkentte
önemli bir ismi olan Gürsel Alnıaçık, ATATÜRK
dönemine dayanan aile mirasını en iyi şekilde
yönetebilmekte, Rize’nin yüz akı olan girişimci
ve başarılı iş insanları arasında yerini
almaktadır. 

“ATATÜRK’ün güvenerek emanet
ettiği ellerde fırıncılığı bugüne
kadar taşıyan ALNIAÇIK ailesinin
hikayesi… Bu süreci 1933’ten
bugüne YEPAŞ Ekmek ile devam
ettiren yöneten ve bu serüvenini
sırtlayan ismi, Gürsel Alnıaçık. ”
Sizi tanıyabilir miyiz?
Rize’nin Pazar ilçesinde 27 Mayıs
1960 yılında dünyaya geldim. Pazar Akbucak köyü Hemşin köyüdür ama bizim
aslımız Ardeşen Tinsivat’tan gelmedir.
Hemşin köyünde büyüdük.İki kız üç oğlan, beş kardeşiz ve en küçükleri benim.
Babam Talat Alnıaçık, annem Emine Alnıaçık. Ağabeyim Saim, ablalarım Hacer
Ayşe ve ortanca kardeşimiz Rıza Alnıaçık. Ben çok zeki ve çalışkan bir çocuktum ama çok da yaramazdım. 13-14 yaşına kadar hem okula gittim hem de sığır
çobanlığı yaptım. 14 yaşında Ankara’ya
geldim. Burada o zaman ağabeyim ve
amcam vardır. Ankara Etimesgut’ta dededen kalma fırıncıyı biz. Benim dedem şehittir. Savaşa gitmiş ve geri gelmemiş. Tanımıyoruz. Sarıkamış şehididir. Çok önceden fırıncılığı öğrenmiş.
Liseyi bitirdim. 1983’te İpsala Yunan sınırında askerlik
yaptım. Tam anlamıyla askerlik yaptım. Yanıkkule karakolunun komutanlığını yaptım. Subay değildim ama çavuş ya
da onbaşı da olsan orada komutanlık yaptırıyorlardı. Orada askerliğimi tamamladım. Askere gitmeden önce de 19
yaşımda halamın kızıyla evlendim. Bir sene sonra babamı
beyin kanamasından kaybetmiştik. Askerlikten sonra da
tam anlamıyla işe odaklandım. Üç oğlum var. Hakan, Erkan
ve Volkan. Beş de torunum var. 4’ü erkek biri kız. Çocuklarımda benimle beraber çalışıyor. Ankara’da aşağı yukarı
günde 450-500 bin parça ekmek yapıp satıyoruz. Ayrıca
emlak, arsa ve inşaat işi de yapıyoruz. Emlak, arsa ve inşaat
işi yapıyoruz. Market grubu ağabeylere kaldı fabrika grubu
da bana kaldı. Fabrikada 300 çalışanımız var.
Fırıncılık süreci nasıl başladı?
“Bir küçük Ankara kasabasında, Atatürk’ün bir
kara fırını emanet etmesiyle başladı serüvenimiz. Anadolu’nun fakir olduğu yıllar…
babamların un çuvalı almaya güçleri yoktu. Borçla aldıkları unlarla fırıncılık hayatımız başlamış. Şimdi, özel sektörde en büyük ekmek fabrikası olmanın gururunu
yaşıyoruz. Ekmek, sofranın en temel gıdasıdır, olmazsa olmazıdır ve bunun hayata
geçirilmesinde 1933 yılında Atatürk’ün ailemize verdiği bu sorumlulukla yol aldık.
Pazar’dan Ankara’ya taşınan ve sektöründe öncü olan firmamızın bir aş hikayesidir
bu.”
1933 yılında Etimesgut, Atatürk döneminde nahiye yapılmıştı. Atatürk’ün yanında çalışan
aşçısının biri Hemşinliydi. Atatürk Etimesgut’a eski tip kara fırın yaptırdı ve her hafta sonu buraya gelirdi. Fırına yardımcı olması için Karadenizli birinin bulunması istendi. Hemşinli aşçı da
babamın amcasını falan tanıyormuş. Bu da bizimkilere haber veriyor amcam, babam ve bir
de babamın amcası 13 güne Ankara’ya geliyorlar. Atatürk, Etimesgut’ta ki kara fırını bizimkilere veriyor. Fırını hazırlıyorlar yakıyorlar, fırın ısınıyor o zaman derece falan yok ama bizimkiler
Moskova’dan fırın işini öğrenmişti zaten anlıyorlar haliyle.
“Zamanında Rusya’ya gurbete gitmiş gelmişler ve fırıncılığı öğrenmişlerdi. Bizim eskiden dedelerimiz Moskova’da fırıncıydı. Pastacılık fırıncılık oradan geliyor.
Gurbet oraydı. Ankara Etimesgut’ta bir küçük kara fırında üç-beş çuval unla ekmek yapmaya başladılar.”
Fırın ısınıyor hamuru yapıyorlar. Fırına atıyorlar ama ekmek pişmiyor. Bakıyorlar fırın patlak
değil. Neden böyle oluyor diye araştırıyorlar ama bulamıyorlar. Zaten un çuvalları da çok az.
Fakirlik var. Bir çuvalı daha yapıyorlar deniyorlar ama yine olmuyor. Son bir çuval un kalıyor.
Babamın teyzesinin kocası da pişirici onu da getirmişlerdi Ankara’ya. O da bakıyor ve fırının
içinde ki çatlağı görüyor. Sıcaklık çıktığı için ekmek o yüzden pişmiyordu. Onu tamir ediyorlar.
Ama un bitmiş. Para da yok un alacak kimse de tanımıyor bizimkiler. Son çuvalı yapıyorlar. Ekmek pişiyor tabii mis gibi. Ama ne para kaldı ne de un. Babam amcama diyor ki bu iş böyle
olmayacak kaçalım. Kimse bize para vermez, un alamayız ekmek çıkaramayacağız diyorlar.
Un alacak para yok. Etimesgut’ta ekmek çıkaramayacağız, Atatürk bize kızarsa ne yaparız
demişler. Hem mahcubiyet hem korku varmış. Amcam diyor ki tanıdık biri vardı ondan alalım kazandıkça borcumuzu öderiz. Yoksa geri döneceklerdi. Ulus’un zenginlerinden Mustafa
Balıkçıoğlu var, bizim köylü. Onun yanına gidiyorlar, etkili bir hemşerimiz. Durumu anlatıyorlar.
Bize bir 10 torba un al ekmek yaptıkça sana borcumuzu geri ödeyeceğiz diyorlar. Mustafa
Balıkçıoğlu ipten adam indiren adamdır o kadar zengin ve yetkili biriymiş. 10 torba yeter mi
size 20 torba aldıralım diyor. İskitler’de un fabrikasına yönlendiriyor. Bizimkiler oraya gidiyor
iki tane at arabası tutuyor ve unları fırına götürüyorlar. O iki at arabasıyla sanki dünyanın en
kral insanlarıydık diye anlatırdılar. O dönemde o kadar unu almak kolay değildi. Fırıncılık da
öyle başlamış oluyor, yıl 1933… O 20 çuval unun parasını da ödüyoruz. Yıllar sonra da Mustafa
Balıkçıoğlu ağabey iflas etmiş hiçbir şeyi kalmamıştı. Onun oğlu bizim yanımıza geliyor, battık
diyor emekli olacağım ama olamıyorum para açığım var diyor. Tam 50 yıl sonra 1983’te kendisine para veriyoruz emekli olması için. Biz o parayı da geri almıyoruz tabii helal olsun diyoruz.
Sonra otobüsçülüğe başladık. Doğu Karadeniz’de otobüslerimiz vardı. 14 sene otobüsçülük yaptım ben. Sonra o işi bıraktım. Ankara’da marketçiliğe başladık. Alnıaçık Marketleri’ni
açtık. Ağabeylerimle beraber yaptık bu işi. İki de amcamın oğlu vardı zaten ablalarımı da onlarla evlendirmiştik. Aile işi olmuştu. 2012’ye kadar böyle devam etti ve Ankara’nın en büyük
ekmek fabrikası olan 7.500 metre karelik YEPAŞ Ekmek fabrikasını kurduk. 2012 yılında da
ağabeylerimden ayrıldım. Onlar marketçiliğe ben de fırıncılığa devam ettim.
Babanızdan size kalan en büyük miras ne oldu?
“Dededen babadan kalan çok ders alınacak hikayeler olmuştur hayatımızda.
Biz babamızdan meslek, para pul dışında asıl olan adamlığı öğrendik. Bugünlere
o adamlık dersleriyle beslenerek geldik. İşimizi büyüttük. Bu kolay olan bir şey
değildi. Bu piyasa da dürüst olmazsanız hiçbir şekilde hedeflere ulaşamazsınız.
Büyük bir şirket devralarak başlamadık. Ama doğru bir iş yaptığımıza inanmıştık. 

 

Çok şükür bugün bu inanmışlığın içinde yaşıyoruz.”
Babam ve amcam o zaman iflas etmişti. Etimesgut’ta fırın vardı ama iflas etmişti. Babadan bize hiçbir şey kalmadı
ama babadan bize acayip adamlık dersi miras kaldı. Allah
gani gani rahmet eylesin. Dürüstlükten doğruluktan ayrılmadık bizde. Bizim paramız yoktu biz iflası devralmıştık. Biz
tamamen alın teriyle yaptık.
“Bir gün rahmetli İlhan Cavcav bizim ilk
fırınımıza Etimesgut’a yanımıza uğradı. Babamları da tanıyordu zaten daha önceden.
Genel müdürüyle yanıma uğradı. Ben
daha 26 yaşlarındayım. Genel müdürüne dedi ki, bu adam senden ne kadar
mal isterse o kadar mal göndereceksin. Parası olduğunda bize borcunu
öder dedi. İstediğin zaman istediğin
kadar mal çekebilirsin diye ekledi. İlhan Cavcav bize bankanın açamayacağı krediyi açmıştı. Tamamen bize
güvendiği içindi.”

 
Ben tüccarların parasıyla bugüne geldim
ama herkesin parasını da tek tek geri ödedim.
Kimse diyemez benim paramı geri vermedi bana
yanlış yaptı diye asla duyamazsınız. Hep sözümüzün arkasında durduk. Ben de çocuklarıma öyle bir
adamlık dersi verdim ki, büyüğünü küçüğünü bilen
yeri geldiğinde elinden geleni yapan çocuklar yetiştirdim. Onlarda bizden bunu görerek büyüdüler. Çocuklarımda çalışkandır. Allah yollarını açık etsin.
Ankara Fırıncılar Odası Başkanlık sürecini
anlatır mısınız?

 
Daha önce Artvinli bir oda başkanı arkadaşımız vardı.
2011 yılında vefat edince o zaman Ankara’da oda başkanlığı yapacak başka birini çıkaramadık. Ben de mecburen
oldum diyebilirim. Olmamı istediler. Benim istediğim bir şey
değildi. O gün bugündür bu görevimin başındayım.
Hobileriniz nelerdir?
Benim memlekette evim var. Gider gelirim. Aydın
Didim’de de evim ve teknem var. Balık tutmayı çok
severim o benim için çok keyifli bir şeydir. Pazar’a
gittiğimde de beni köyüme çıkartmıyor arkadaşlar. Çok samimi arkadaşlarım var. Onlarla vakit geçirmeyi çok seviyorum. En son gittiğimde 105 kilo
gitmiştim 109 kilo olarak döndüm. Arkadaş sohbeti muhabbeti bambaşka. En çok samimi olduğum arkadaşım da Laz’dır. Bir tanesi de Süleyman Basa’dır.
Genç girişimcilere tavsiyeniz var mı?
İşlerini dürüst ve doğru yapacaklar. Ticaret budur. Hile yapmamayı öneriyorum. Gerisi
kendiliğinden geliyor.
Elinizde sihirli bir değnek olsa neyi değiştirmek isterdiniz?
Memleketime 300-500 kişiyi çalıştıracak bir iş kurardım. Bu aslında benim aklımda olan
bir hayalim. Memleketimi seviyorum. Orada faydalı ve devamlılığı olan insanlara dokunabilecek işler yapmak tüm Rizeli iş adamları için önemli bir şey aslında.

 
Hamur yoğurup ekmek yapar mısınız?
Şimdi astım hastası oldum ve fırının içine girmem yasak. Ben artık fırına girip kendim ekmek yapamam ama eskiden tabii ki yaptım. Bu ellerime hamur bulaştırmadan fırıncılık sektöründe bugünkü yerimi elde edemezdim. Türkiye’de en büyük ekmek fabrikası ben de. Halk
ekmekler hariç. Özel sektörde böyleyiz. Bunun üstü yok ama yeniden dünyaya gelsem bu
mesleği yapmazdım. Mesela, cenazeniz olsa her gün fırından ekmek çıkarmak zorundasınız.
Kapalı olma şansınız yok. Bu işe geceden başlıyoruz. Herkes sabah erkenden ekmeğine ulaşıyorsa bu çalışma performansından dolayı. Bunu götüren fırıncıdır.
“Çocukken yayla dönüşü yolda fırının önünden geçerken bir ekmek alacak param yoktu cebimde… O buğday ekmeğinin kokusu hala burnumdadır.”
Çocuğum, yayladayız. 9-10 yaşlarındayım. O zaman buğday ekmeği yoktu o bulunmaz.
Mısır ekmeği olurdu sadece ve yanında da peynir. Yayladan köye dönerken Çamlıhemşin’de
bir tane fırın vardı. Ekmekler piştiğinde Çamlıhemşin ekmek kokardı. Biz de yolumuzun üzeriydi oraya geldik. Benim çantamda mısır ekmeği ve peynir var. Ama ben de para yok ve ekmek
alamadım. Herkes ekmek aldı. Param yok da diyemedim utandım ama kimse de bir tane ekmek vermedi. Hiç unutamıyorum onu. Yarısını bile vermediler. Bir ekmek almaya param yoktu.

 
Ben burada çalışanlara tembih ettim. Buraya biri gelip ekmek alacaksa ve parası yoksa asla
geri çevirmeyeceksiniz. Bu böyle devam ediyor. Şimdi en az 300 kişiye ücretsiz ekmek veriyorum. Ayrıca aşağı yukarı 400 köpek barınağı var onları da ben karşılıyorum. Yıllardır böyle
devam ediyor. Ekmek mayasıyla çoğalır. Paylaşmak da insanlığı, vicdanı çoğaltır. 

RİZELİNİN BAŞARI ÖYKÜSÜ III
YAZARLAR: ALİHAN TELATAR & SELİM DENİZALP


Önceki Haber 
Sonraki Haber

Yorumlar

Yorum Yapın